“Acının içinden geçmezsen, dışına çıkamazsın”
Herhangi bir konuda ne kadar çok bilgi varsa, kafalar o denli karışık demektir. Günümüzde bilgiye erişim kolaylaştı. Hatta giderek şöyle denmeye başladı; “Bizim bilgiden çok o bilgileri analiz etmeye, yerleştirmeye, sindirmeye ihtiyacımız var.” Üst üste gelen sürekli çoğalan bilgi, yığına dönüşerek kafa karıştırıyor, kirliliğe yol açıyor. Siyasetten, tarihe, hastalıklardan, beslenmeye kadar her alanda bu böyledir.
Küresel iklim değişikliği konusu da kafa karışıklığına neden olmaktadır. Uzmanlar, bu konuda fikir birliği içinde değildir. İklim insan eliyle mi yoksa kendi doğal döngüsü içinde mi ısınmaktadır?
İklim değişikliğini insan faktörüne bağlayanlar daha çok Birleşmiş Milletler ekseninde bulunan bilim insanlarıdır. Bunlar ana akım medyayı da kullanarak sürekli bir kaos senaryosu çizmekteler. Daha bağımsız düşünen bilim insanlarıysa, dünyanın ısınmaya değil soğumaya doğru gittiğini ileri sürmekteler. Yine aynı bilim insanları dünyanın periyodik şekilde zaman zaman ısındığını ve zaman zaman soğuduğunu ileri sürmekteler. Delil olarak da insan faktörünün etkili olmadığı geçmiş dönem ısı dalgalanmalarını örnek göstermekteler.
BM örgütü ve uluslar arası diğer örgütler ( DSÖ dünya sağlık örgütü, IMF vb..) ağırlıkla küreselcilerin denetimindedir. Uluslar arası örgütler kamuoylarını, arkalarındaki ana akım medya ile etkilemektedirler. Bu çemberin dışında kalan insanlara fazla söz hakkı verilmemektedir.
Pandemide yaşananları düşündüğümüzde bunun gerçeklik payının yüksek olduğu görülür. Adeta korku ve panik salınarak, istedikleri politikaları yürürlüğe koymak peşindedirler. Virüs salgınında büyük başarı elde ettiler. Küreselciler bu süreçte daha da güçlendiler. İklim, onların virüs dışındaki bir başka silahlarıdır.
Örneğin, büyükbaş hayvanları ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaları vardır. Gerekçeleriyse hayvanların yaydıkları gazla atmosferi kirlettikleri yönündedir. Büyükbaş hayvanlardan sağlanan et yerine, yapay et üretme girişimleri hızlanmıştır. İnsanları yapay etle besleyerek, onlara yiyecek üzerinden müdahale imkanına kavuşacaklardır. Aşı, çip, beslenme gibi araçlarla bugüne değin gelen, bildiğimiz insan türünü istedikleri yönde dönüştürmeyi, orta vadede başarmak amacındadırlar.
İklim üzerinden kaos ve korku planları, küresel çapta tek merkezden uygulamalara, enerji ve gıdayı tek merkezden kontrol etmeyi hedeflemektedir. Tüm bunlar ve daha fazlası küresel dünya devleti yolunda döşenen taşlardır.
Paris İklim Anlaşması için kamuoyları medya üzerinden etkilenerek, hükümetler üzerinde baskı kurularak, yürürlüğe girmesi sağlanmak istenmektedir. Türkiye de konuyu ciddiye alıyor. Öyle ki bu uğurda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değişecek. Ayrıca Türkiye bu süreci ‘Yeşil Kalkınma Devrimi’ olarak kabul ediyor ve meseleye müdahil oluyor. Atmosferdeki karbonun bitkiler için yararlı ve gerekli olduğu bilinmektedir. Karbonun azaltılması yönünde, ormanlaşmaya ağırlık verilmesi de önemli bir seçenektir. Büyükbaş hayvanları ortadan kaldırmak yerine, onların gaz oluşturmalarını aza indirgeyecek çalışmalar vardır.
Küresel iklim değişikliği nedeniyle kasım ayında İngiltere’de radikal kararlar alınması bekleniyor. Orada alınacak kararlar en fazla Rusya ve Çin’i etkileyecek gibi görünüyor. Çünkü Rusya ihracatının yüzde 70’ini petrol ve doğal gazdan sağlıyor. Çin ise enerjisinin yüzde 53’nü kömürden elde ediyor.
Paris Anlaşması TBMM’de onaylanarak yürürlüğe girdi. Türkiye iklim kriziyle mücadelede yeni bir sayfa açıyor. Türkiye, 2016’da 175 ülkeyle birlikte anlaşmayı imzalamış ama bugüne değin yürürlüğe sokmamıştı. Paris İklim Anlaşmasına göre imzacı ülkeler küresel sıcaklık artışını 1.5 dereceyle sınırlamak ve 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını sıfırlama taahhütleri bulunuyor.
İklim anlaşması gelişmekte olan ülkelere, sanayi atıkları konusunda ek yatırımlar getireceğinden, maliyetli ve dolayısıyla rekabet şansını düşürecek bir yol olarak değerlendiriliyor. Türkiye bu çerçevede 2030 itibarıyla emisyon oranlarını yüzde 21 azaltmayı öngörüyor. Bu, Türkiye’nin yeni kömür santrali yapmaması anlamı da taşıyor. Türkiye aşamalı biçimde kömür enerjisinden vazgeçecek.
İklim değişikliğiyle mücadelede atılacak adımlar, temiz hava ve çevre, yeni teknolojiler ve istihdam anlamına da geliyor.