‘İnsan ancak hatırladığı şeyleri özleyebilir’
Özlü sözleri çok beğenir ve biriktiririm. O bakımdan yazılarıma, yazıya uygun düşen bir özlü söz ile başlarım. Hatta bu da kesmez beni, yazı içinde bazen birkaç özlü söz kullanırım. Misal, şu özlü söz de bugünkü yazıya güzel uyar. ‘Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.’ Şinasi Develi bu söze göre bir yaşam sürmüştür. 1920 yılında doğdu. 23 Ocak 2020 yılında aramızdan ayrıldı. Bugün onun ikinci ölüm yıldönümüdür. Avukat olmasına rağmen iyi bir yazardı. Eserleri ve özellikle anıları, bir döneme ışık tutuyor, hatırlamamızı, unutmamamızı sağlıyor. Anılar ki onun sayesinde ölümün elinden alınmış, yitip gitmesi önlenmiştir.
İnsan, çabuk unutan, zor hatırlayan bir varlıktır. Aslında bu, bir bakıma iyidir. İnsan daha çok önündekine, geleceğe odaklanmalıdır. Ama geçmişte olanları az buçuk bilmek gelecekteki yaşam için faydalıdır. Özellikle gençler, içinde yaşadıkları dönemi hep öyleymişçesine sanırlar. Geçmişteki güçlükleri, yoksunlukları bilmezler. Çoğu zaman bilmek de istemezler.
19. yüzyılın ilk yarısına kadar, Mersin adı sadece iskele olarak geçer. 1830 yıllarda Yoğurt Pazarı denilen yerde ilk yerleşim başlar. 1832’de Mersin deniz ticareti ile tanışır. 1884 yılında temeli atılan Mersin-Adana demiryolu, Mersin için bir dönüm noktasıdır. 1896-1898 yıllarında şair Nazım Hikmet’in dedesi Nazım Paşa, Adana Vilayetine bağlı Mersin Sancağında mutasarrıflık (kaymakamlık) yapmıştır. 1900’lü yıllara gelindiğinde Mersin Mesudiye, Mahmudiye, İhsaniye, Kiremithane mahalleleri ile büyür. Mersin o tarihlerde pamuk işleyen, bez üreten, buharlı makinelerin kullanıldığı tipik bir Akdeniz şehridir.
Şinasi Develi’nin anılarına köşemde ara ara yer veriyorum. 1930’lu yılların Mersin’i ilgimi çeken yıllardır. Onun anıları eşliğinde doksan, yüz sene öncesine ışınlanacağız bugün. Mersin o yıllarda bugünkü ile kıyaslanamayacak kadar küçüktür. Bisikletle dahi kısa sürede şehrin dört bir tarafını dolaşmak mümkündür o yıllar.
1927 senesinde Mersin Belediyesinin kendi imkanlarıyla yaptığı nüfus sayımında 11. 730 kişi sayılabilmiş. 1936’ya gelindiğinde şehrin nüfusu 26.620’dir. Dokuz senede yüzde yüzden fazla bir artış söz konusudur ki bu orantısal bakımdan hayli yüksektir.
O yıllarda Mersin’de yerleşim oldukça dağınıktır. Giritli, İhsaniye mahallesi, Hamidiye, Müftü mahalleleri, şehre yakın köyler Osmaniye ve Gavur köyleri arasında hayli boşluklar vardır. Şehrin sebze meyvesi ağırlıkla Bahçe mahallesi ve Karaduvar köyünden gelmektedir.
Şehrin Merkezi İstasyon, Yoğurt Pazarı, Uray Caddesi, Gümrük Meydanı, Fabrikalar Caddesi ve İskele arasında kalan bölgedir. Sokakları, merkezdeki ticari öneme haiz bölgeler dışında, kışın çamura, yazın toza teslimdir. Mersin’de ilk asfalt Yoğurt Pazarı ve Fabrikalar caddesine kadar olan kısımda ve Fabrikalar caddesinin tamamına bir şirket tarafından dökülmüştür. Hastane caddesinin geri kısmı yapışkan bir çamur deryasıdır. Sıtma ve verem hastalığı oldukça yaygındır.
Mersin sokaklarında insanları taşıyan vasıtalar faytonlardır. Genellikle çift atla çekilen faytonlar, yolculardan ortalama 25 kuruş alırlardı. Yük taşıma işlemi ise Vagon denilen çift atlı, dört tekerlekli araçlarla yapılırdı ve daha çok İstasyon-İskele arasında çalışırlardı. Motorlu taşıtlar parmakla sayılacak derece azdı. Hususi otomobil ise birkaç kişideydi sadece. Tek tük bulunan kamyonlar ise yaylalarda kullanılırdı.
Mersin’de ilk elektrik 1928 yılı başlarında devreye girmiştir. O da sadece merkezi yerlerde ve kısıtlı biçimde verilirdi. Evlere su verilmesi de 1938 yılında ancak mümkün olmuştur. Önceleri belediyenin sokak başlarına koyduğu tulumbalardan su ihtiyacı giderilirdi. İnsanlar alışverişlerini eşekle dolaşan sokak satıcılarından alırlardı. Sokak satıcıları o dönemin vazgeçilmez ihtiyaç sağlayıcılarıydı. Denetimleri belediye çarşı ağaları, bugünkü adlarıyla zabıtalar tarafından yapılırdı.