‘Tüm genellemeler yanlıştır’
Toplumdan topluma değişmekle beraber insanlar, kendilerinden saymadıklarına yabancı muamelesi yapmıştır. Onlara farklı tepkiler vermişlerdir. Bunlar; dışlama, kötülük etme, uzak durma ve hatta öldürme isteği gibi negatif davranışlar olabileceği gibi, misafir etme, özel ilgi gösterme gibi olumlu yaklaşımlar da pekala mümkündür. Dünyada sayısız örnekler olmakla birlikte biz, ülkemiz ve dış Türkler ekseninde bakacağız meseleye.
Yabancı karşıtlığı ile ırkçılığı ayrı tutmak gerektiğini düşünüyorum. 13 sene Almanya’da yaşamış biri olarak kendimi bu konuda epey deneyimli bulurum. Yazının adını koyduğum Almanca başlıktan da biraz anlaşılır sanıyorum. Zira ‘Auslander Raus- Yabancılar Dışarı’ sıkça maruz kaldığımız bir dışlama biçimidir. Türk toplumunun hafızasında ırkçı saldırılar, Solingen benzeri katliamı çağrıştıran olaylar tazedir.
Türkiye, yakın tarihinde 2011 senelerine değin kitlesel bir göç ile karşılaşmadı. Ağırlıkla Almanya’ya olmak üzere hemen tüm dünya ülkelerine göç verdi. Resmi sayılmayan rakamlara göre, dünya sathında -1961 göç antlaşması sonrasında çıkanlarla beraber- on milyon civarında Türkiye kökenli vatandaşın yaşadığı varsayılmaktadır ki rakamlar gerçekçidir.
Türkiye’den göç edenler artan biçimde ırkçılığa maruz kalırken, Türkiye’de bir ırkçılıktan söz edilebilir mi? Irkçılık, yabancı karşıtlığının içinde eylem de barındıran ileri boyutudur. Bu haliyle bizdeki yabancı karşıtlığı ırkçılık aşamasına gelmiş denemez. Bunda elbette bizdeki yabancıların çoğunluğuyla, kültürel ve dini benzerliğin büyük rolü vardır. Onlarla camide yan yana saf tutulduğunda birçok sorun halledilmiş sayılır.
‘Yabancı’ kimdir sorusuna bu konuda kapsamlı araştırma yapmış iki bilim insanının tanımlamalarına yer vermek isterim. Zira yabancı olma durumunun doğası ve toplumların yabancılara gösterdiği olumlu ve de olumsuz tutumların, belli modeller ve örneklerle evrensel bir karakter gösterdiği söylenebilir.
Araştırmacılardan Georg Simmel’e göre; yabancı bir topluma yeni gelmiş ama toplumda kalıcı olarak yerleşmemiş kişidir. Bu kişilerin her an gitme özgürlüğü vardır. Turistler, geçici çalışmak maksadıyla ülkede bulunanlar, iş insanları, öğrenciler vb. bu kapsamda görülebilirler. Alfred Schultz’a göre ise yabancı topluma yeni gelmiş ve kalıcı olma niyeti taşıyan kişidir. Yabancı istese de geri dönemez ve geldiği toplumdan anlayış, kabul görmek ister. Bunlar ağırlıkla göçmenler, sığınmacılar, misafir işçilerdir. Bu haliyle Simmel’den farklı bir yabancı tarifi sunar.
Toplumlar, geçici olarak gelen yabacılara daha müsamahalı davransa da yabancılara genellikle temkinli yaklaşırlar. Suriyeliler özelinde baktığınızda başlarda, savaştan kaçan sığınmacılara geçici olarak kalacakları varsayıldığından daha hoşgörülü yaklaşılmış, kalıcı oldukları anlaşılınca olumsuz yaklaşıldığı pekala söylenebilir. Avrupa’ya giden Türk ‘misafir işçiler’ de benzer şekilde karşılandı. Misafir işçiler adı üstünde misafirdi ve onlara ihtiyaç duyulmadığında geri döneceklerdi. Fakat zamanla kalıcı oldukları anlaşıldı. Aile fertleri de yanlarına geldi. Sayıları arttı ve bu durum, Avrupa toplumunun onlara bakış açısını olumsuz yönde değiştirdi.
Göçler tarihi incelendiğinde, göç edenlerin tamamına yakınının gittikleri yerlerde kaldıkları görülür. Yabancı karşıtlığı öncelikle ekonomik ve kültürel kaygılardan çıkar. Toplum, edindiği refahı başkalarıyla paylaşmak istemez. Ancak ırkçılığın temelleri daha derinlerde yatar ve tehlikeli sonuçlar doğurur.
Türk toplumu ırkçı bir toplum değildir. Genelde hoşgörülüdür. Ayrıca toplumlar kışkırtılmadıkları ve maksatlı biçimde yönlendirilmedikleri sürece ılımlıdır. Ne var ki iki gün önce Aylan bebeğin- 2020 yılında boğularak ölen göçmen - yüzükoyun ölümünü anımsatan hazin bir olay daha yaşandı. Bu kez Edirne’de Yunanistan’ın sınırda elbiselerini alarak geri ittiği dokuz göçmen donarak can verdi.
İnsanlık, göçmen sorununu ancak kaynak ülkedeki nedenlerini ortadan kaldırarak çözebilir. Dünya geneline yayılmış Türklere kötü davranılmasını istemiyorsak eğer, bizdeki yabancılara da kötü davranılmasını istememeliyiz.