‘Hayat bir bedel ödeme serüvenidir’
Hayat dinamiktir sürekli değişken bir yapıdadır. ‘Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ sözü Herakleitos’a aittir. O, ‘değişim- akış’ felsefesinin öncüllerindendir. Felsefenin ana ilkesi her şeyin sürekli bir değişim içinde olduğudur. Her şey akar ve değişir…Efesli filozofun bu sözleri sosyal bilimlerin temel çalışma alanıdır. Sosyal bilimlerde değişim kadar, bilinmezlikte önemlidir. Gelecek tüm bilinmezliğiyle önümüzde durmaktadır. İnsanlar ancak tahminler yürütür, görüşler ileri sürer ama geleceği kimsenin bilmesine imkan yoktur.
Dönüştürücü etkiler nelerdir dersek, tarih boyu savaşlar, salgınlar, dinler, iklim değişiklikleri, devrimler, göçler, keşifler, icatlar…Sürekli değiştiren, dönüştüren etkiler bırakmışlardır. Dönüştürücü etkiler olmadan da değişim sürer ancak devreye giren etkilerle bu süreç ivme kazanır…
20.yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşandı. Bu savaşlar insanlığın gördüğü en korkunç yıkımlara sahne oldu. O bakımdan ikinci dünya savaşı ertesinde küresel çapta, savaşları önleyici sanılan örgütler kuruldu. Yeni savunma paktları oluştu. Ancak kısa sürede yeni konumlanmaların barış getirmeyeceği anlaşıldı. Nükleer silahların da caydırıcı etkisiyle dünya, bir soğuk savaşın içine girdi. Fakat küçük çaplı bölgesel savaşlar, iç savaşlar, süper güçlerin güdümünde vekalet savaşları, terör eylemleri hep sürdü…
Sovyet bloğunun çökmesiyle ki bu Rusya’yı 20 yıl boyunca güçsü bırakmıştır. ABD dünya genelinde ipleri eline aldı. Bilhassa İslam coğrafyası üzerinde işgallere, katliamlara girişti. Bir taraftan da eski Varşova paktı bölgesinde genişlemeye, NATO üyesi ülkeleri çoğaltmaya başladı. Rusya güçlendiğini hissettiğinde, Batı’nın bu yayılmacı isteklerine dur deme gereği duydu. Böylelikle Ukrayna krizi çıktı. Ancak savaş bir an evvel sonlanmazsa, yayılma riski taşıyor.
70 yıl boyunca ülkeden ülkeye, süper güçlerin de doğrudan katıldığı büyük çaplı savaşlar çıkmadı. Savaşlar daha çok vekalet savaşlarıydı. En önemlisi de savaşlar Avrupa’dan uzak bölgelerde idi. Avrupa uzun seneler bir istikrar abidesi olarak kaldı. Dünya ticaretinde söz sahibi, refah toplumuna dönüştü. Oysa geçmiş iki dünya savaşı da Avrupa’da yaşanmıştı. Benim sabit bir düşüncem vardı. O da Avrupa merkezli bir savaş çıkmadıkça, dünya savaşına evirilecek büyük bir savaşın olmayacağı düşüncesiydi ki görüşüm, bu güne değin geçerliliğini korudu.
Ta ki geçenlerde Berlin’den bir arkadaşımın yolladığı, rafları boşalmış bir Alman marketinin fotosunu görene değin. 13 yıl Berlin’de yaşamış olan ben, fotoğraf karşısında şaşırmadım dersem yalan olur. Son 70 yılda tüm acılar, yoksunluklar, savaşlar, terör eylemleri -aralarında Türkiye’nin de bulunduğu- başka coğrafyalarda yaşanmıştı çünkü. Avrupa tüm olan bitenin uzağındaydı.
Şu anki birçok analiz ise; eğer Rusya-Ukrayna savaşı kısa sürede sonlanmazsa savaşın, önce Avrupa’nın batısını ekonomik olarak sonra da sıcak savaşın içine çekerek vuracağı yönündedir. Tıpkı geçen yüzyıldaki iki dünya savaşının çıktığı gibi, üçüncüsünün fitilini de yine aynı Avrupa’nın ateşleyeceği tahminidir.
Avrupa’da işler zaten uzun süredir iyi gitmiyordu. Buna son iki yılda yaşanan olumsuz pandemi koşulları da etki yapmıştır. İslam ve yabancı karşıtlığı, ekonomik bozulmayla birlikte ırkçılık yanlılarını arttırmıştır. Taban kazanan radikal gruplar, ırkçı odaklar şimdi de salgının ardından Ukrayna krizinin getirdiği –pahalılık, yeni göçmen akını, tedarik sorunu- türlü sıkıntıları bahane ederek, daha da güçlenerek, bir savaşa sebebiyet verme imkanları, ülkelerini savaşa sokma çabaları artacaktır.
Gelecek bilinmezdir ama değişim esastır. Geçmişte yaşananların ışığında ve eldeki tecrübelerle yakın geleceğin nasıl şekilleneceğini tahmin etmek çok da zor olamasa gerek.