‘Herkesin yolu, layığına açık olsun’
Ulaşım medeniyettir derken tabii ki bundan, tek başına ulaşım anlaşılmasın. Ulaşım, medeniyetin bir parçasıdır ki başka bir sürü medeniyet göstergeleri vardır. Bugünkü imkanlarla ulaşımın hangi çeşidi medeniyettir? Hava, kara, deniz ulaşımı bir yerden bir yere gidişgeliş çeşitlilik arz eder. Ulaşım dendiğinde ben, çevreyi en az kirleterek, savurganlığı önleyerek, zamandan azami ölçüde tasarruf ederek ve tabii ekonomik faydasını görerek yapılan ulaşımı anlarım. Bu tanımlamaya günümüz teknolojiyle en çok hızlı tren ulaşım ağı girer bana göre.
İdeal ulaşım ağı, hızlı demiryolu ulaşımıdır ki bunu dünyada en iyi uygulayan ülke Japonya’dır bildiğim kadarıyla. Bizde –etkisi günden güne azalsa da- geçmişten gelen bir Amerikan hayranlığı vardır. Amerikan sisteminde karayolları, bireysel ulaşım, otomobil sahipliği hep kutsanmış teşvik edilmiştir. Bu, ‘küçük Amerika’ olma sevdasıyla yanıp tutuşan Türkiye’ye de örnek teşkil etmiştir. Zira ABD dünyada otomobil seri üretimini başlatan ilk ülkedir. Yeni pazarlara açılmak ve de otomobiller satmak ana derdi olmuştur. Türkiye gibi uydu devletleri de bu dertten payına düşeni almıştır.
Ülkemizde demiryolu taşımacılığı, ABD ve Batı ülkelerinin propagandasıyla sürekli kötülenmiş adeta bir ‘demirperde ülkesi aracı’ olarak lanse edilmiştir. Gerekçesi de demiryollarının daha kolay denetlenebilir olduğudur. O zihniyete göre karayolları, otomobil sahipliği özgürlüğü temsil eder. Liberal kapitalist sistem ürünlerini satabilmek için böyle bir yola başvurmuştur. Ama kendileri, bilhassa Avrupa’da verimli ulaşım biçimi olan demiryollarına ağırlık vermiştir. Fakat bizim gibi yarı sömürge devletlere ise karayollarını ve araçlarını dayatmışlardır, ürettiklerini pazarlamak peşinde gitmişlerdir.
Bu sömürge zihniyeti, bizim gibi pazar ülkelerde büyük savurganlığa, zaman israfına, can kaybına, pahalılığa neden olmuştur. Oysa cumhuriyetin ilk on yılı büyük demiryolu yapım atağıyla geçmiştir. Bu çaba, onuncu yıl marşına ‘demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan’ dizesiyle girmiştir. 1938 sonrası bu çabanın sonuna gelinmiştir. Ulaşımda, üretimde, eğitimde Batı’nın güdümüne girilmiş, savunma sanayi hamleleri de olmak üzere birçok alanda milli ruh terk edilmiştir.
Oysa Türkiye kendi üretimi olan konforlu yollarla, güvenli otomobillerle bu süreci daha kolay atlatabilirdi. Son yıllarda bazı olumlu adımlar görmek mümkündür. Standartı yüksek yollar yapımıyla karayolu taşıtlarının sayısı artmasına rağmen, ölümcül kazalar büyük ölçüde önlenmiştir. Bölünmüş yol ağı son 20 yılda, 6 bin km’den beş kat artarak 30 bin km’ye dayanmıştır. Ağırlıkla YİD modeliyle de olsa birçok köprü, tünel, otoyol yapımı gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümünde yerli otomobil fabrikası kurulmuş olup, otomobil üretimine başlanacaktır.
Ama bu yazının asıl yazılma nedeni demiryolu taşımacılığı ve ağıdır. Türkiye, ulaştırma ağı ile Asya ve Avrupa kıtaları arasında bağlantı sağlayan ülkedir. Ülkemizin yatırım ödeneğini yıldan yıla katlanarak arttırdığı demiryolu projeleri vardır. Ulaştırma ve Lojistik Ana Planı kapsamında hazırlanan 2053 vizyon belgesine göre; Türkiye’de 2053 yılına kadar 8 bin 554 kilometrelik demir yolu hattının tamamlanması öngörülürken, hızlı trenlerle bağlı il sayısı 8’den 52’ye ulaşacak.
Demiryolu taşımacılığı emniyet, çevre, enerji ve ekonomik ihtiyaçlara paralel olarak ulaştırma sektörü içinde her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Demiryolunun toplam taşımacılıktaki oranı, 2029’da yüzde 11’in üzerine yükselmesi, 2053 yılında ise yaklaşık yüzde 22’ye çıkması öngörülmektedir.