"Hamdım, piştim, yandım, elhamdülillah"
NasReddin, hayatı hazin hatalarla dolu bir adamın geçirdiği ruhsal tekamülú anlatan gerçeküstü -sürrealist- zaman ötesi bir kitaptır. Dikkat edin roman demedim ki bana göre NasReddin romanı aşan bir tür. Tür diyorum zira türüne bir türlü karar veremedim. Yazarı da "bir nevi 'ilim-kurgu' romanı" diye niteliyor gerçi. Tasavvuf kitabı mı desem, yoksa felsefe mi ya da psikoloji ilmi mi ama içinde hikâye de olan karışık ve bana göre farklı bir yol izlemeye çalışılan yeni bir deneme NasReddin.
Romanda oturmuş karakterler, mekanlar vardır. Kahramanların zihne kazınan adları vardır. Bir hikâye örgüsü vardır. Oysa NasReddin'de kitabın kahramanı dışında -Nasreddin hoca hariç- hiçbir karakterde isim yok. Hikâyenin kahramanı Nas dışında çok derin karakter analizleri de yok. Mekanlar, zamanlar belirsiz, üst üste binmiş. Romanlardaki mekân, doğa, canlı tasvirlerinden ziyade insana, manaya, geçmişten geleceğe uzanan bir fikir egzersizi, bir anlamlandırma çabası, kendine gelme, kendini bulma yarışı NasReddin. Kısaca kainatın kitabından bir zerre.
Kitaba o denli hızlı daldık ki yazarına gelemedik bir türlü. Yazarı Cem Sancar İstanbullu. Hacettepe Psikoloji ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam etti. Çeşitli gazete ve dergilerde yazar, editör, koordinatör olarak çalıştı. Dergi çıkarttı. Roman, deneme kitapları yazdı.
Ben onu Sabah Gazetesi pazar yazılarından tanıdım. Pazar yazılarını uzun yıllardır takip ederim. Fakat NasReddin okuduğum ilk kitabı. Face'den de arkadaşız Cem Bey'le. Yorumlar falan atarız karşılıklı. Kısaca damdan düşmüş biri. İstanbul argosunu iyi kullanıyor. Gün görmüş, köşeli, lafını esirgemez yazarımız.
Hiç yüz yüze gelmedik, derin muhabbetlere girmedik ama yazıları onun haleti ruhiyesini güzel yansıtıyor. Bir yazarı okumak, onun zihin dünyasına girmek değil midir? Tasavvuf ehli de diyebilirim onun için. Yazıları da NasReddin de ağırlıkla öyle. Cem Sancar son dönemde yazar-düşünúr sanını da kullanmaya başladı. NasReddin'de bunun izleri çok belirgin. Zamane düşünürü, bohem hayatlar, çakma yazarlar, entelektüel görünümlü züppeler, tek dişi kalmış medeniyet eleştirmeni, şehrin ışıklarından, renginden kaçan bir hakikat arayış yolcusu.
İyi bir okuyucu, yazarını yürüyüşünden olmasa da kalem oynatışından tanır. NasReddin'i okurken hemencecik anlıyorum bunu. Cem Sancar dili, yolu, düşüncesi apaçık belli ediyor kendini.
Zamanın belirsiz bir anında karışık vakitlerdi. Saatler, paralel evrenler şunlar bunlar iç içe geçmişti. Her şey hızlıydı. İklimler, cinsler, cinsiyetler değişmişti. Her taraftan zelzele uğultuları, insan çığlıkları, bomba sesleri geliyordu..
Nas, böyle bir dönemin İstanbul'unda yaşıyordu. Gerçi pek yaşamakta denmezdi buna. Bunalmıştı. Sürekli dibe çekiliyordu. Bir çıkış arıyordu Nas, fakat bir rehberi bir yol haritası yoktu. Şehri terketmeye niyetli idi. Çıkacaktı bu cehennemden.
Hani derler ya arayan bulur. Arayanlar bulur mu gerçekten? Bu, niyete istemeye bağlıdır. İsteyenler bulur aradığını.. Nas da öyle yaptı. İstediklerine, adına ister rüyada deyin ister metafizik halüsinasyonda veya bir narkoz etkisinde deyin. Kavuşmuştu. Sorularına cevaplar bulmuştu. Sözlerine, yaşadıklarına itibar ettiği, gönül verdiği Nasreddin Hoca ile buluşmuş, doyasıya sohbetler yapmıştı. Bulunmaz nasihatlar almıştı.
Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Kendini tanımakla, haddini bilmekle başlar çoğu şey. Bir 'devrialem' yaptı Nas. Kendine tekrar geldiğinde koca yirmi yılı devirmişti. Yoksa o kadar uzun süre değil miydi başından geçenler? Olsun zaman izafiydi nasılsa..
Hikâyenin sonunda yine İstanbul'daydı. Ama tek başına dönmüştü. Oysa ben Bursalı, takma kirpikli kadınla dönmesini beklerdim.