Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Sevgililer Günü

           Özel günler kervanına katılmamak mümkün mü? İşte 14 Şubat onlardan biridir. Sevgililer günü; yılbaşları, anneler-babalar günü gibi bir Batı geleneği olup, kutlanılıp kutlanılmaması hep tartışma konusudur. Geniş halk kitlelerinin yaşadığı bu handikabı; yazarlar da aslında başka bir biçimde yaşar. Onlar için de özel günlere mahsus, yazı yazıp yazmamak, bir tereddüt meselesidir. Fakat o gün gelip çattığında halkımız kutlamasını yapar gazeteci kalemini oynatır.             Dünyanın dört bir yanında kutlanan 14 Şubat Sevgililer Günü, Türkiye’de ekonomiyi canlandırıyor. Hazır giyimden, eğlenceye, kuyumculuktan, çiçekçiliğe kadar çok sayıda sektörün, yüklü cirolar yapmasını sağlıyor.             Hangi yana baksanız haber, yazı, reklam davet hepsi sevgililer gününe özel, haftalar öncesinden başlayan tam kadro halindeki bu kampanyaya uzak durmak mümkün mü? Sevgi ve sevgili ne yazık ki; bir tüketim aracı haline gelmiş. Sevgililer günü mü, alışveriş bayramı mı yoksa tüketim haftası mı kutlanıyor belli değil. Hemen tüm ürünler, iğneden-ipliğe, mekanlar, o gün için konumlanmış.             İnsanları, tüketime şartlandırmak, adeta mecbur kılmaktır, bunun adı. 14 Şubat’ta bir şey yapmayan, hediye almayan, eksik ve ezik kalacak, iyi bir sevgili ya da partner olarak algılanmayacaktır ki; bu çok vahim sonuçlar doğurur. Medya durmadan pohpohluyor gelin-gelin, alın-alın diye. Bu kervana katılmayan vatan hainliğiyle eşdeğer suç işlemiş sayılır(!)    Kapitalizm bir kitlesel rehabilitasyon aracı olarak tüketimi dayatıyor. Tükettikçe… Mutlu, iyi ve başarılı olunacağı sanılıyor. Bu zincirin dışında kalanlar, toplum dışına itiliyor, kabul görmüyor başarısız atfediliyor. Oysa tüketim çılgınlığının sonu yok! Tükete tükete sonunda, kendimizi ve yaşadığımız dünyayı bitireceğimiz gerçeğini fark etmeliyiz, artık.             Diğer günlerde de olduğu gibi (yılbaşı, anneler, babalar günü….) sevgililer günü de bir Hıristiyan geleneğidir. Etraftan, “Müslümanlar kutlamasın!” ikazları gelebilir. Ancak bunlar sınırlı sızlanmaların ötesine geçmeyecek, ezici çoğunluk, harcamanın ve eğlenmenin büyüsünden sıyrılamayacaktır.             Batı Dünyası’nın 19. yüzyılın ortalarından beri kutladığı bu özel gün diğer birçok şeyde olduğu gibi bize biraz gecikerek gelmiştir. 1980’lerde birkaç derginin, okurlarına hatırlattığı pek ilgi görmeyen bir olaydı, 14 Şubat. Asıl patlamayı 1990’larda özel radyoların ve kanalların hayatımıza girmesiyle birlikte yaptı. Yani topu topu 20 yıllık bir olaydır, sevgililer günü.             Niye mi geciktik? Çünkü böyle günlerin toplumdan kabul görmesi için şartların olgunlaşması gerekiyor. Ee tabi şartlar öyle bu günden yarına değişmiyor. Kentleşme, orta sınıfın oluşması, iletişim araçlarının ve tüketim ağlarının yaygınlaşması gerekiyor. Tüketimi talep eden bir orta sınıfın yaratılması bunun en zor tarafı. Sattığınızı alacak bilince ve ekonomik yapıya sahip, bir orta sınıf.             Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin geliştiği, sınıf atladığı falan sonucu da çıkartılabilir. Ancak bir de madalyonun öbür tarafı var ki; o da borçlanmaya, yozlaşmaya ve geleceğinden yemeye bağlı. Ben Türkiye’de olanın, gelecekten yemek olduğuna inananlardanım.             Önemli olan hayatı bir denge üzerinde götürebilmek, geliri-gideri ona göre ayarlayabilmek. İşte o ayarı tutturabilenler için sadece sevgililer günü değil tüm günler iyi güzel yaşanır.             Sevginizi ve güzel duygularınızı, dayatmaların uzağında, belli günlerin dışında, tüm yıla yayarak geçirmeniz dileğiyle…          
Ekleme Tarihi: 11 Şubat 2015 - Çarşamba

Sevgililer Günü

           Özel günler kervanına katılmamak mümkün mü? İşte 14 Şubat onlardan biridir. Sevgililer günü; yılbaşları, anneler-babalar günü gibi bir Batı geleneği olup, kutlanılıp kutlanılmaması hep tartışma konusudur. Geniş halk kitlelerinin yaşadığı bu handikabı; yazarlar da aslında başka bir biçimde yaşar. Onlar için de özel günlere mahsus, yazı yazıp yazmamak, bir tereddüt meselesidir. Fakat o gün gelip çattığında halkımız kutlamasını yapar gazeteci kalemini oynatır.

            Dünyanın dört bir yanında kutlanan 14 Şubat Sevgililer Günü, Türkiye’de ekonomiyi canlandırıyor. Hazır giyimden, eğlenceye, kuyumculuktan, çiçekçiliğe kadar çok sayıda sektörün, yüklü cirolar yapmasını sağlıyor.

            Hangi yana baksanız haber, yazı, reklam davet hepsi sevgililer gününe özel, haftalar öncesinden başlayan tam kadro halindeki bu kampanyaya uzak durmak mümkün mü? Sevgi ve sevgili ne yazık ki; bir tüketim aracı haline gelmiş. Sevgililer günü mü, alışveriş bayramı mı yoksa tüketim haftası mı kutlanıyor belli değil. Hemen tüm ürünler, iğneden-ipliğe, mekanlar, o gün için konumlanmış.

            İnsanları, tüketime şartlandırmak, adeta mecbur kılmaktır, bunun adı. 14 Şubat’ta bir şey yapmayan, hediye almayan, eksik ve ezik kalacak, iyi bir sevgili ya da partner olarak algılanmayacaktır ki; bu çok vahim sonuçlar doğurur. Medya durmadan pohpohluyor gelin-gelin, alın-alın diye. Bu kervana katılmayan vatan hainliğiyle eşdeğer suç işlemiş sayılır(!)    Kapitalizm bir kitlesel rehabilitasyon aracı olarak tüketimi dayatıyor. Tükettikçe… Mutlu, iyi ve başarılı olunacağı sanılıyor. Bu zincirin dışında kalanlar, toplum dışına itiliyor, kabul görmüyor başarısız atfediliyor. Oysa tüketim çılgınlığının sonu yok! Tükete tükete sonunda, kendimizi ve yaşadığımız dünyayı bitireceğimiz gerçeğini fark etmeliyiz, artık.

            Diğer günlerde de olduğu gibi (yılbaşı, anneler, babalar günü….) sevgililer günü de bir Hıristiyan geleneğidir. Etraftan, “Müslümanlar kutlamasın!” ikazları gelebilir. Ancak bunlar sınırlı sızlanmaların ötesine geçmeyecek, ezici çoğunluk, harcamanın ve eğlenmenin büyüsünden sıyrılamayacaktır.

            Batı Dünyası’nın 19. yüzyılın ortalarından beri kutladığı bu özel gün diğer birçok şeyde olduğu gibi bize biraz gecikerek gelmiştir. 1980’lerde birkaç derginin, okurlarına hatırlattığı pek ilgi görmeyen bir olaydı, 14 Şubat. Asıl patlamayı 1990’larda özel radyoların ve kanalların hayatımıza girmesiyle birlikte yaptı. Yani topu topu 20 yıllık bir olaydır, sevgililer günü.

            Niye mi geciktik? Çünkü böyle günlerin toplumdan kabul görmesi için şartların olgunlaşması gerekiyor. Ee tabi şartlar öyle bu günden yarına değişmiyor. Kentleşme, orta sınıfın oluşması, iletişim araçlarının ve tüketim ağlarının yaygınlaşması gerekiyor. Tüketimi talep eden bir orta sınıfın yaratılması bunun en zor tarafı. Sattığınızı alacak bilince ve ekonomik yapıya sahip, bir orta sınıf.

            Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin geliştiği, sınıf atladığı falan sonucu da çıkartılabilir. Ancak bir de madalyonun öbür tarafı var ki; o da borçlanmaya, yozlaşmaya ve geleceğinden yemeye bağlı. Ben Türkiye’de olanın, gelecekten yemek olduğuna inananlardanım.

            Önemli olan hayatı bir denge üzerinde götürebilmek, geliri-gideri ona göre ayarlayabilmek. İşte o ayarı tutturabilenler için sadece sevgililer günü değil tüm günler iyi güzel yaşanır.

            Sevginizi ve güzel duygularınızı, dayatmaların uzağında, belli günlerin dışında, tüm yıla yayarak geçirmeniz dileğiyle…

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.