Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Televizyon Devri Bitiyor Mu?

Ben fotoğrafları siyah-beyaz çekilen son kuşağa mensubum. Köye daha elektrik gelmemişti. Radyo tek eğlencemizdi. Radyo tiyatrosu; Arkası Yarınlar neslindenim. Şimdinin dizileri gibi o zamanlarda Arkası Yarınlar popülerdi bizim için. Heyecanla radyonun başına üşüşürdük. Radyo tiyatrosu dinlerdik. Kerim Avşar; en büyük idolümdü. Sesine hayran olduğum adamdı. Arkası Yarınlar, öğle öncesi saatlerde yayınlanırdı. Ajanslar; yani haberler ise kesinlikle sıkıcı ve büyüklere ait bir dünyaydı. Çıt çıkarmamız istenmezdi o anlar. Ajanslardan aklımda kalanlar; Denizlerin idamı ve Kıbrıs Barış Harekatı’dır.    Arka fonda genellikle Yurttan Sesler Korosu’nun türküleri çalardı. Türküye kulak dolgunluğum hep ondandır. Şimdilerde Yurttan Sesleri dinlediğimde, 70’li yıllara ışınlanır, zihnimde köy yaşamından kareler belirir.    İlk televizyonu bir Ankara gezisinde gördüğümü hayal- meyal hatırlıyorum. Köye televizyon henüz girmemişti. Elektriğin olmayışı geciktirici nedenlerdendi. Ama Türk insanının yaratıcı zekası bunun üstesinden gelmiş, sulama işlerinde kullanılan Pancar Motoru; jeneratör işlevi üstlenerek, köydeki ilk TV’yi çalıştırmıştı. Tabi herkesin yapacağı bir şey değildi. Biraz para gerektiriyordu. Bu kişi bizim akrabalarımızdan biriydi. Gerçi onlarda bu sihirli kutuyu aldıklarına biraz pişman oldular. Akşamları özellikle Türk Sineması saatinde evlerinde oturacak yer bulunmazdı. Çoluk çocuk herkes TV karşısında yerini alırdı. Bir dansöz izlemek için aylarca yılbaşı programını bekledik. TV’de Arabesk müzik yayınlansın mı yayınlanmasın mı diye tartışıldığı günlerdi o günler.      Tabi sonraları çoğaldı, renklendi. Çocukluğumun güzel saatlerini çaldı. O sıkılmayalım diye bize yeni seçenekler sundu. Çok kanalı çok seslilik sandık, yanıldık. Sabahın dördüne kadar tartışma programları izledik. Ve hep bir şeylerin değişeceğine, iyiye doğru evirileceğini zannettik. Ama nafile. Zamanla çerez yerken savaşları izleme şansı verdi bize. Vahşet, şiddet, kabalık sofralarımıza kadar servis edildi. Duyarsızlaştık, yalnızlaştık.      Sonra baymaya başladı. Alternatif mecralar türedi. Bilgisayar, internet, sosyal medya derken… Gittikçe soğumak denen bir şey varsa eğer. Ben televizyondan soğudum. Pek izlemiyorum. Çevremdeki birçok tanıdığımın da benzer duygular taşıyor. Bundan televizyon bitiyor mu? gibi bir soru çıkartılabilir mi? Bilmiyorum. Ama bildiğim bu duyguyu gün geçtikçe daha fazla insanın paylaştığıdır. Peki nedir bize elde kumanda, genel izleyicilik zevkimizden, alışkanlığımızdan soğutan?      İşte benim başlıca sebeplerim: Başta şu dizi furyası. Diziler, diziler, diziler… Ucunu , ortasını, sonunu yakalayamadığım diziler… Kanalları istila eden aynı ünlüler ve kurulan aynı cümleler. “ Ee daha daha n’aber?” ler… Yıllardır değişmek, yenilenmek bilmeyen şov programları, yarışmalar, jüriler, sunucular… Dibine kadar siyasete bulaşmış, objektifliğini yitirmiş yanlı haberler, yandaş konuklar ve yorumcular…İnandırıcılığını yitirmiş, tekrardan öte gitmeyen sözler, yüzler...Bıktıran, usandıran, hicret ettiren reklamlar…” Bizden ayrılmayın az sonra” lar… Flaş flaş flaşlar…    Ve her yeri saran ucuzluk, şiddet ve kötülük. İşte benim belli başlı sebeplerim. Mutlaka içlerinde hemfikir olduklarınız vardır. İnanın ben TV’yi açmadıkça daha dingin ve huzurlu oluyorum. Ah bir de gündemi kaçırmamak adına, şöyle bir göz ucuyla da olsa, kanallar arası dolaşmak zorunda kalmasam diyorum.   .  
Ekleme Tarihi: 28 Ağustos 2014 - Perşembe

Televizyon Devri Bitiyor Mu?

Ben fotoğrafları siyah-beyaz çekilen son kuşağa mensubum. Köye daha elektrik gelmemişti. Radyo tek eğlencemizdi. Radyo tiyatrosu; Arkası Yarınlar neslindenim. Şimdinin dizileri gibi o zamanlarda Arkası Yarınlar popülerdi bizim için. Heyecanla radyonun başına üşüşürdük. Radyo tiyatrosu dinlerdik. Kerim Avşar; en büyük idolümdü. Sesine hayran olduğum adamdı. Arkası Yarınlar, öğle öncesi saatlerde yayınlanırdı. Ajanslar; yani haberler ise kesinlikle sıkıcı ve büyüklere ait bir dünyaydı. Çıt çıkarmamız istenmezdi o anlar. Ajanslardan aklımda kalanlar; Denizlerin idamı ve Kıbrıs Barış Harekatı’dır.

   Arka fonda genellikle Yurttan Sesler Korosu’nun türküleri çalardı. Türküye kulak dolgunluğum hep ondandır. Şimdilerde Yurttan Sesleri dinlediğimde, 70’li yıllara ışınlanır, zihnimde köy yaşamından kareler belirir.

   İlk televizyonu bir Ankara gezisinde gördüğümü hayal- meyal hatırlıyorum. Köye televizyon henüz girmemişti. Elektriğin olmayışı geciktirici nedenlerdendi. Ama Türk insanının yaratıcı zekası bunun üstesinden gelmiş, sulama işlerinde kullanılan Pancar Motoru; jeneratör işlevi üstlenerek, köydeki ilk TV’yi çalıştırmıştı. Tabi herkesin yapacağı bir şey değildi. Biraz para gerektiriyordu. Bu kişi bizim akrabalarımızdan biriydi. Gerçi onlarda bu sihirli kutuyu aldıklarına biraz pişman oldular. Akşamları özellikle Türk Sineması saatinde evlerinde oturacak yer bulunmazdı. Çoluk çocuk herkes TV karşısında yerini alırdı. Bir dansöz izlemek için aylarca yılbaşı programını bekledik. TV’de Arabesk müzik yayınlansın mı yayınlanmasın mı diye tartışıldığı günlerdi o günler.

     Tabi sonraları çoğaldı, renklendi. Çocukluğumun güzel saatlerini çaldı. O sıkılmayalım diye bize yeni seçenekler sundu. Çok kanalı çok seslilik sandık, yanıldık. Sabahın dördüne kadar tartışma programları izledik. Ve hep bir şeylerin değişeceğine, iyiye doğru evirileceğini zannettik. Ama nafile. Zamanla çerez yerken savaşları izleme şansı verdi bize. Vahşet, şiddet, kabalık sofralarımıza kadar servis edildi. Duyarsızlaştık, yalnızlaştık.

     Sonra baymaya başladı. Alternatif mecralar türedi. Bilgisayar, internet, sosyal medya derken… Gittikçe soğumak denen bir şey varsa eğer. Ben televizyondan soğudum. Pek izlemiyorum. Çevremdeki birçok tanıdığımın da benzer duygular taşıyor. Bundan televizyon bitiyor mu? gibi bir soru çıkartılabilir mi? Bilmiyorum. Ama bildiğim bu duyguyu gün geçtikçe daha fazla insanın paylaştığıdır. Peki nedir bize elde kumanda, genel izleyicilik zevkimizden, alışkanlığımızdan soğutan?

     İşte benim başlıca sebeplerim: Başta şu dizi furyası. Diziler, diziler, diziler… Ucunu , ortasını, sonunu yakalayamadığım diziler… Kanalları istila eden aynı ünlüler ve kurulan aynı cümleler. “ Ee daha daha n’aber?” ler… Yıllardır değişmek, yenilenmek bilmeyen şov programları, yarışmalar, jüriler, sunucular… Dibine kadar siyasete bulaşmış, objektifliğini yitirmiş yanlı haberler, yandaş konuklar ve yorumcular…İnandırıcılığını yitirmiş, tekrardan öte gitmeyen sözler, yüzler...Bıktıran, usandıran, hicret ettiren reklamlar…” Bizden ayrılmayın az sonra” lar… Flaş flaş flaşlar…

   Ve her yeri saran ucuzluk, şiddet ve kötülük. İşte benim belli başlı sebeplerim. Mutlaka içlerinde hemfikir olduklarınız vardır. İnanın ben TV’yi açmadıkça daha dingin ve huzurlu oluyorum. Ah bir de gündemi kaçırmamak adına, şöyle bir göz ucuyla da olsa, kanallar arası dolaşmak zorunda kalmasam diyorum.   .  

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.