Yaşadığı kente bağlı olanlar vardır. Terk edemediğimiz, bırakıp gidemediğimiz kentler. İnsan yaşadığı kenti niçin sever? O kentten neler bekler, neler umar? Sadece iş ve ekmek kaygısı mıdır bizi yönlendiren. Yoksa anılarımız, çocukluğumuz, alışkanlıklarımız, o kentin imkanları ve ruhu mu? Yoksa bunların hepsi mi?
Sanırım bunların hepsi olabileceği gibi, ayrı ayrı kişiye özel nedenler de olabilir. Bazen hiç bilinmedik bir şeydir o kenti bize sevdiren. Yoran ilişkilerin çekiciliği gibi, yoran kentler de çekicidir. Bazen de ünlü yazarımızın dediğidir. Ona göre; Ankaranın en sevdiği tarafı, İstanbula tekrar dönüşüdür. İstanbulunu o kadar çok sever ki; ona kavuşma hayali bile sevmediği bir kente katlanmasına sebep olur.
Varsın ünlü yazarımız, Ankarayı sevmesin! Ankaranın yeterince seveni var. Zaten Ankarayı Ankara yapan da budur. Bir zamanlar Ankaraya gönderilen Batılı diplomatların; maaşlarına ilaveten mahrumiyet parası aldıklarını biliyor muydunuz? İşte o günlerin yoksunluğundan şimdilerde bir dünya metropolüne dönüşen Ankara var, artık. Kent sevdalıları bir kenti ayakta tutar, ileri taşır.
Bir kentte istemeden yaşayanlar; oraya herhangi bir sebepten dolayı mahkum olanlar; o kenti sevenlerden fazla olunca, orası çirkinleşir, çölleşir. Plandan, programdan yoksun bir büyüme o kentin geliştiği güzelleştiği anlamına gelmez. Kentlerin durumu, insan hayatlarına benzer. Hayatların farklı evreleri olur. İyi eğitim alan, doğru evlilik, başarılı kariyer yapan insanlar gibi kentlerde aynı akıbete sahip olabilir. Doğru yer ve zamanda doğru insanlarla rastlaşmak belirleyicidir. Bu yüzden iyi yöneticiler önemlidir. Kentlerin kaderine doğrudan etki yaparlar.
Bir an için Mersinin tamamını göz önüne getirin! Son 30 yılda, dikişleri atmışçasına büyüyen, ucu bucağı belli olmayan; Tarsustan, Silifkeye 100 km boyunca yükselen binalar, trafik keşmekeşi Bir doğa harikası nasıl katledilir? yarışması düzenlense eğer, Mersin mutlaka dereceye girer. Mersinin artıları bir bir yok oluyor. O artılardan bir tanesi; trafik sorunu yaşanmamasıydı. Ayrıca; havasının, doğasının temizliğiydi, güvenlik problemlerinin azlığıydı, kenti baştan sona saran limon, portakal kokusuydu, insanların birbirlerini tanımaları, selamlaşmalarıydı
Geçenlerde Mersinden, Adanaya trenle yolculuk yaptım. Bir de tren yolu perspektifinden baktım. Karayoluna paralel uzanan tren yolundan farklı bir fotoğraf görüyorsunuz. Binaları, işletmeleri ön yüzlerinden değil, arka yüzlerinden bakımsız, çirkin yanlarından seyrediyorsunuz. Bu size ister istemez başka çağrışımlar yaptırtıyor. Zihninizde hemen yaşadığınız yerlerle ilgili sorular beliriyor. Çünkü buraların daha fazlasını hak ettiği bir gerçek.
Fakat yine de olumsuzluklara ve hayal kırıklıklarına rağmen; umudunuzu korumaya devam etmek istiyorsunuz. Günün birinde, Mersinin o kültür zenginliğini, hoşgörülü ortamını koruyarak, gerçek anlamda bir kent kimliğine bürünmesini, ısrarla ve sabırla bekliyorsunuz