Modern zamanlarda, bir kentte Opera ve Bale’nin kurumsal olarak var olması başlı başına çok özel bir durumdur.
Hem sanatçı topluluğunun eğitimi, hem de sahne ve sahne arkası mekân düzeni açısından özel bir çalışma, ilgi ve özen gerektirir.
Bizim gibi, geleneksel kültüründe performans olarak Opera-Bale olmayan, müzikal anlamda da yabancı bir dünyaya kapılarını açan toplumlarda, dinletici-izleyici oluşturmak da ayrı bir program, sabır ve ısrar gerektiriyor.
Aslında, Osmanlı İmparatorluğunun son kuşak padişahlarında bu sanat dalı büyük ilgi görmüştür; sarayda yabancı icralara imkân hazırlanmıştır. Ötesinde, mesela Padişah 2. Abdülhamit tam bir opera sevdalısı idi.
Mersin Opera ve Balesi de bu bağlamda Mersin gibi konumu, tarihi, demografik yapısı ve demokratik kültürüyle ülkede özel bir yeri olan kente yakışmıştır; kuruluşundan başlayarak da kent tarafından sahiplenilmiştir.
Değerli kültür-sanat insanı Fazıl Tütüner’in öncü çabalarıyla kurulan ve ülke çapında bir yayın organına sahip Mersin Opera ve Bale Derneği, bu sahiplenmenin simgesidir.
Peki her şey ideal düzeyde mi yürümüştür? Hem kurumsal yapı ve yönetim, hem de kent açısından eleştirilecek bazı ihmaller olmuştur; hedeflenen buluşmada gecikmeler yaşanmıştır. Şimdilerdeki parlak döneme gelesiye yaşanılan bu kayıp zamanlardan gerekli sonuçlar elbette çıkarılmalıdır; yapıcı eleştirilerle bu kıymetli kültürel kurumumuz sürekli başarılarla anılmalıdır.
Kurulduğu günden beri Opera ve Bale yönetimini ve çalışmalarını yakından izlerim.
O günlerde yazdıklarımla kısaca hatırlamaya çalışalım:
1947 yılında Halkevi Binası Madam Butterfly Operası ile açılmıştı.
Dünyadaki dört raylı sahneden birine sahip bu binamızla ve bundan 70 yıl önce bir opera eserinin sahnelendiği kentimizin tarihindeki sanat ve kültür düzeyiyle ve Mersin kent belleğine kayıtlı bu erişilmez kıymetle hep gurur duyduk.
1990 yılında Kültür Merkezi’nin tadilatı bitip yeniden açılınca Mersinliler olarak tüm kent sevindik, heyecan duyduk. Temsillere gittik, salonları doldurduk. Sanatçılara sevgiyle baktık, saygı duyduk.
Her yönden Opera ve Balenin yaşamasına katkıda bulunmaya çalıştık.
Maalesef bu güzel başlangıç günleri çok uzun sürmedi.
Mersinlilerle sanatçılar arasında arzulanan diyalog yok oldu.
Yönetsel yetersizlik ve kendi içine kapalı bir memur anlayışı, kurumun içinde sürüp giden yıpratıcı sürtüşmeler bu sanat kurumumuzun kentle dinamik bir ilişki kurmasına engel oldu.
Yöneticiler, açılışlar dışındaki gösterilerde salonun genellikle boş kalmasını, kentin gittikçe büyüyen ilgisizliğini, program oluşturmadaki özensizlikleri neredeyse hiç umursamadılar. İçerdeki yönetim çekişmeleri, kadro kavgaları olanca rahatsızlığıyla kente taşındı.
Sonuç: Kent artık operaya gitmemeye başladı; yöneticiler bunu zamanında göremediler, önlem almadılar.
Maalesef opera ve baleyi seven, klasik müzikle ilgilenen bir kuşağın yetişebileceği sonraki yıllar boşa geçirildi.
* * *
Bu dönemden 20 yıl sonra, dokuz kez değişen yöneticilerin yakalayamadığı, bence yakalamak da istemediği geciken başarıyı Hasan Alptekin’le sonrada Erdoğan Şanal’la yakalamaya başladı. Mersinliler tekrar operaya gitmeye başladılar.
Erdoğan Şanal “Uluslararası Müzik Festivali “yönetiminde de yer alarak bu festivalin son yıllarda Mersin halkı ile daha barışık olmasına katkı verdi.
Erdoğan Şanal’dan sonra yeni dönemde opera ile kentin iletişimi yine tamamen kesildi. Opera ile ilgili bilgi ve haber iletişimi durdu.
Hasan Alptekin ve Erdoğan Şanal’dan sonra gelen yeni Müdürü ve ekibini görme ve tanıma fırsatımız da olmadı. Bu dönemde yine eski içe kapalı dönem başlamışken, sevindiricidir ki bu kopuş uzun sürmedi.
Yeniden görev değişikliği yapıldı ve bu kez çok özel soprano sesi ve yıllara yayılan üstün oyunculuğuyla hep dikkat çeken, artık bu kentin de sevilen bir hemşerisi olan Bengi İspir Özdülger müdürlüğe getirildi.
O günlerde bu konu ile ilgili bir köşe yazısı kaleme almıştım ve gelecek için ümitli olduğumu belirtmiştim.
Yine kısaca o yazımdan bazı bölümleri, umutla dolu beklentilerimi hatırlıyorum:
Mersinliler tarafından tanınan, sevilen, saygı duyulan değerli bir sanatçının göreve gelmesi umut verici bir gelişmeydi. Mersinliler tarafından da olumlu karşılandı her kesimden insanı sevindirdi.
Yeni yönetim anlayışının Mersin Opera ve Bale’si için çok daha verimli, saygın ve çağdaş bir dönemi işaret ettiği görülüyordu.
Uzun zamandır gitmediğim Opera ve Baleye Frida Balesi ile tekrar gittiğimde hemen olumlu gelişmelerin olduğu görülüyordu..
Evet; her şey farklıydı.
Girişte güzel giyimli görevliler karşılıyor, seyircilerin düzenli bir şekilde içeri girmelerini sağlıyorlardı.
Mersin Operası’nın ulusal düzeyde değerli bir sesi olan sanatçının kısa sürede gayretli, özverili çalışmaları hemen sonuç vermeye başladı.
Herkes, hepimiz diyalog içinde sorunların çözülmesi, daha iyi imkânlar ortaya konulması için yönetime yardımcı olarak sonunda Mersin’in geleneğine yakışır bir süreçte “Opera ve Bale”mizin de çağdaş bir kurum olarak kentimize hep değer katacağını ümit ediyorduk.
Bu kez yanılmadık!
Beklediğimiz gibi bu olumlu gelişme arzuladığımızdan da daha hızlı bir şekilde sonuçlar vermeye başladı.
Son gittiğim üç etkinlik Yeni yıl konseri, Neşet Ertaş Senfonik Türküler ve Carmen Operası’nda salon tamamen doluydu. Hatta günler öncesinden biletler tükenmişti. İkinci kez sahneye konulduğunda da aynı ilgi sürdü ve yine salon doldu.
Tanıtım, ilgi, emek, özverili çalışmalar sonuçlarını kısa zamanda vermeye başlamıştı. Seyirci sayısında ciddi bir artış bunun gözle görülür en büyük kanıtıydı.
Şimdi Mersin Devlet Opera ve Balesinde yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliriz.
1947 yılında ilk açılışında ve 1992 da ikinci açılışından sonra şimdi 2019’la üçüncü ama asıl başarılı dönemin başladığını görüyoruz.
Evet tam 70 yıl sonra kentin ilgisini çeken, desteğini alan, kentin sahiplendiği ve kentle uyumlu yönetimiyle bir operamızın olması mutluluk vericidir.
Mersin gibi başarıya aç, yıllardır sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan hak ettiği yeri bulamamış, elindeki zenginliklerin farkında olmayan gelişen değişen bir Mersin’de, konuk yatırımcılar ve gelişen yeni kuşak kent burjuvazisi için de kentte bir opera ve balenin ne kadar önemli olduğu ve kenti kalkınmasına önemli bir etkisi olacağı göz ardı edilmemelidir.
Bir kentin ekonomisinin gelişmesi için kentin yatırımcılar tarafından seçilmesinde kentteki sanat ve kültür olayları da çok önemlidir.
Bunun da ötesinde, günümüzde modern kentsel imaj, ekonomik düzeyin çok ötesinde, doğrudan o kentteki kültür-sanat zenginliğiyle öne çıkıyor. Kişisel ölçekte de, parasal varlık değil kültürel ve sanatsal donanımdır asıl kıymet; kentler de şimdi bu çağdaş gerçeğin farkına varmıştır.
İstanbul’u İstanbul olarak dünyaya bu yanıyla sunduğumuzu, asıl bir kültür ve sanat kenti olma yolunda çalıştığımızı hatırlayalım. Antalya’dan İzmir’e, Eskişehir’den Mardin’e, New-York’tan Paris’e, Prag’dan Tokyo’ya …insanlık yaşadığı kenti kültür ve sanat açısından zenginleştirmeye çalışıyor.
Mersin’imiz de bu açıdan kıymetli imkânlara sahiptir. Kurumlar ve kişiler düzeyinde, çoğu kez farkında bile olmadığımız nice değer, Mersin için asıl ve kalıcı kıymettir.
Mersin Devlet Opera ve Balesi, bu anlamda kentimizin yüz akı ve onuru bir zenginliktir; gereğince değerlendirilemeyen onca yıldan sonra, son dönemdeki başarılarıyla, kentle özlenen buluşmayı sağlayarak yeniden küllerinden doğmuştur.
Şimdi bu kurumumuzu daha sıkı sahiplenmeliyiz; kurumsal yapı da kendi içinde geçmişten dersler çıkararak bu altın dönemi artan başarılarla sürdürmelidir.
Gecikerek de olsa, tahmin ettiğimden çok daha kısa bir sürede yakalanan bu başarının devamını diliyorum; değerli sanatçı ve Opera ve Bale Müdürü Bengi İspir Özdülger’in şahsında yönetimi ve sanatçılarımızı kutluyorum.
HARUN ARSLAN