Geçtiğimiz hafta uzun bir aradan sonra Taşucu tekne gezisine katıldım.
Uzun bir süre önce, bir kez katılıp sonra bir daha katılmamaya karar vermiştim.
* * *
O günlerde yazdığım gezi anısının bir bölümü şöyleydi:
“Sabah 8.00 de Mersin’den tur otobüsü ile hareket ettik. Birçok yazlık siteden yolcu alarak ve bazen de bekleyerek iki saatlik bir yolculukla Taşucu’na ulaştık.
Aynı tekneye binecek diğer otobüslerin yolcuları ile sıraya girerek tekneye bindik.
Sanırım 80 kişilik teknede 150 kişi kadardık.
Oturacak bir masa ve yer bulamayıp, kenarda bir yere oturduk.
Sonra çay verilmeye başlandı. Sıraya girip çay aldık.
Mayolarımızı giymek için kabinlere gittiğimizde burada uzun bir kuyruk vardı. Tekrar sıraya girdik.
Yüzülecek yere geldiğimizde denize girmek için merdiven iniş sırasına girdik. Denize girebildiğimizde gemi güvertesinden atlayan kalabalıktan korunmaya çalıştık.
Yarım saat sonra gemi hareket edeceğinde yine bu sefer merdiven çıkış sırasına girdik.
Gemiye çıkınca bu kez bizi duş sırası bekliyordu.
Tekrar soyunma kabini sırasına ve tuvalet sırasına girdik.
Yemek saati gelmişti.
Elimizdeki fişlerle yemek sırasına girmemiz söylendi. Yemek sırasına girdik.
Yemekten sonra tekrar yüzme yerine geldiğimizde;
Soyunma kabini,
Merdiven iniş,
Merdiven çıkış,
Duş,
Soyunma kabini,
Tuvalet sıralarını sabahki gibi yaşadık.
Dönüş yolunda geminin arkasında ara sıra çalıştırılan jeneratörün sesi, yerdeki eşyalarımıza akan deniz suyu, geminin içinin pis kokusu kendini daha çok hissettirmeye başlamıştı.
Limana yanaştığımızda 150 kişi yine sıraya girip, itiş kakış gemiden inmeye çalıştık.
Otobüslerimize bindik. Tekrar yolcuları sitelerinde indirerek, bu kez kalabalık deniz dönüşü trafiğinde 3 saatte Mersin’e geldik.”
* * *
Geçtiğimiz hafta, arkadaşların ısrarıyla tekne gezisine yine katıldım.
Bu kez Sahil Güvenliğin kararıyla teknede kapasitesi kadar kişi vardı. Sayısal olarak olumlu bir gelişme olmuştu; fakat diğer servis ve hizmet yönünden her şey daha da geriye gitmişti. Hiç bir yenilik yoktu.
Yine aynı koylarda duruyor, aynı süre molalar, aynı müzikler ve aynı “eğlence”…
Dönüş yolunda son yüzme molası Barbaros koyunda verildi.
Sahilde kamp çadırları ve kıyıda yüzen insanları görüyorduk.
Acaba arka arkaya gelen gemiler ve sonuna kadar açık müzik sesleri ile bu sahildeki sessiz ve bakir koyda tatil yapanlar ne kadar etkilenmiştir? diye düşünmeden edemedim.
* * *
Aynı hafta sonu bu sefer kıyıdan Barbaros Koyu’na gitmeye karar verdim.
Barbaros Koyu, Boğsak Adası’nın hemen arkasında, eşsiz güzellikte bakir bir koy.
Yıllarca korsanların kaldığı bir yer; korsan gemilerinin yanaştığı yerlerin yıllara dayanmış taş duvarları hâlâ dimdik duruyor.
Ana yoldan uzakta olduğundan çok bilinmeyen, sakin bir yer olarak kalmış.
Henüz keşfedilmemiş olan bu yer yalnız bazı çadır kampçıları tarafından biliniyor. 70 – 80 çadır kurulmuş ve günübirlikte bir o kadar gelen kişi var.
Elektrik yok, su yok; en önemlisi yoldan uzaklığından dolayı araba sesi yok.
Koyun iki tarafı dik kayalarla çevrilmiş.
Denizin uçsuz bucaksız uzanan masmavi dokusunu hemen koyun girişindeki küçük kayalık adacık değiştiriyor.
Gündüzü, ikindi güneşi, gecesi… hepsi birbirinden güzel bir koy ve doğayı olduğu gibi seven doğa aşıkları için inanılmaz bir yer.
Gün başlıyor; sessizlik, hafif dalga sesleri, denizde oynayan çocukların sevinçle dolu yankıları var sadece.
Hayallere dalıyorsunuz, yüzlerce yıl önce korsan gemilerinin yanaştığı, yaşadıkları bir yerde şimdi siz geçmişin hayallerini kuruyorsunuz. Zaman kendi belleği üzerinden ileri geri katlanarak sizi de içine alıyor ve hayatın ihtişamına, anlamına, zaman/mekân ilişkisindeki sonsuzluğa hayran oluyorsunuz.
İkindin serinliğinin keyfini yaşarken, birden derin sessizlik bozuluyor.
Arka arkaya yedi büyük gezinti tur gemisi koya giriyor.
Her birinin ses sınırını aşan müzik gürültüsü koyda dev kayalıkların arasında yankılanıyor.
Kıyıya yaklaşan gemilerden yüzlerce insan denize atlıyor. Bir saat bu gürültü içerisinde geçiyor ve gemiler koydan ayrılıyor.
Tabii olay bununla kalmıyor; gemilerin ardından bıraktıkları çöpler kıyıya doğru dalgalarla gelmeye başlıyor.
Doğayla saygılı ilişkiyi unutmuş, onu hoyratça kullanıp kirletmeyi hak sayan, kendi “özne”liğiyle her şeyi ve bütün doğayı kendileri için sunulmuş nesne olarak kullanmaya odaklı bir tüketici kalabalık!
* * *
Bu sahilde ki tüm insanları rahatsız eden durumu Sahil Güvenlik Komutanı ile görüştüm.
Önceden güzergah tespit edildiğinden bu koya gelmelerini ve kıyıya da oldukça yaklaşmalarını etkileyecek herhangi bir yasal yaptırım yok.
Fakat belli bir desibelin üzerinde, müzik niyetine etrafa saldıran gürültü izinli değil.
Tabii arkalarında bıraktıkları çöp yığını da yasal değil.
İnsanî olmadığını zaten kime anlatabilirsiniz! Kalabalık, kendilerine yakışır biçimde izlerini bırakıp gidiyor…
Buna rağmen belki bir orta yol bulunup sahile bu kadar yaklaşmaları, çok yüksek volümlü yedi gemiden birden müzik yapmaları ve toplam 500 den fazla yolcunun ve geminin bıraktıkları çöpü bir miktar engellemek mümkün olabilir.
Sonuçta da yetkililer denizdeki 500 kişinin sahildeki 500 kişiyi bu kadar rahatsız etmeyeceği bir çözüm bulabilir.
Denizle yaşamak, doğaya ve denize saygı duyarak ondan yararlanmak bir kültür ve ahlâk meselesidir; ama bu kalabalık ve onları buralara sürükleyen ticaret erbabı için bunların anlamından emin değilim ve mümkün olabilecek bir çözümü bekliyorum.
HARUN ARSLAN