Bundan tam 5 yıl önce, bir resmi heyetle Hollywood’da idim.
Mersin’de bir film platosu kurulması için, yapımcılarıyla görüşmeler yapılacaktı.
Bu nedenle, Mersin Turizm Müdürlüğü ile birlikte bölgemizi anlatan kapsamlı bir rapor hazırlamıştık.
Tarihte birçok ünlü kişinin yaşadığı bu bölgede, adeta doğal ortamında bir film platosu olabilirdi:
*İskender'in yüzdüğü ve hastalanıp ölümüne sebep olan bir ırmak; *Kleopatra'nın Antonius'la buluştuğu bir sahil ne kadar ilginç olurdu.
*Yine Aratos’un yaşadığı Soli;
*Bakliyatın ilk çıktığı ve Avrupa’ya gittiği yer olan Yumuktepe Höyüğü;
*Saint Paul, Aya Tekla gibi dini figürlerin yaşadığı yerler;
*Antiokhos, Heraklius, Archelaus, Trajanus, Hadrianus gibi bir çok kral ve imparator;
*Romalı Hatip Tacitus;
*Romalı gezgin yazar Pompainus;
*Bilal-i Habeş, Emevi Halifesi Muaviye, Harun Reşit, Süleyman Şah;
*Roma Germen İmparatoru Friedrich Barbarossa;
*Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman;
*Amiral Beafurt *
*ve son olarak da ünlü fransız yönetman Roger Vadim
gibi bir çok kişi bölgemizde yaşamış ya da bölgemizde bulunmuştur.
Kitaplarını burada yazmış, burada eserler bırakmıştır.
Tabii bu isimler listesini çok daha uzatabiliriz.
Görüldüğü gibi bölgemiz adeta bir doğal film platosu alanı…
Herhalde dünyada bundan daha uygun bir yer olamaz.
Tabii bir benzeri bulunmayan Cennet Cehennem Çukurları’nı, Kız Kalesin’i ve Aynalı Göl Mağarası’nı unutmayalım.
Film yapımcıları ile görüşmeler yapıldı; hazırladığımız raporlar kendilerine verildi.
Sonuç ne oldu? derseniz; böylece kaldı…
Şimdi bunu takip edecek, bölgemizin zenginliklerinin farkında olan vizyoner yöneticiler ve kent dinamikleri gerekli.
Tabii bu olay bana hemen, doğal kök boyalardan yapılan yünlerden kilimlerin üretildiği Mut’taki kilim dokuma atölyesini hatırlatıyor.
Yine kadınlara dağıtılan dokuma tezgahlarında üretilmiş çapıt denilen bezler…
O kadar başarılı bir üretim gerçekleştirilmiş ki, ürünler Vakko mağazalarında satılmaya başlamış, daha da ileri gidilerek Fransa’ya ihraç edilmiş.
Tabii yine bu önemli zenginlik unutulup gitmiş.
Bu inanılmaz olayı başaran 24 yıl Halk Eğitim Merkezlerinde müdürlük yapmış, yöremiz ile ilgili birçok araştırması ve kitapları olan, sayısız ödüller almış, yörenin el sanatlarını çok iyi bilen, Mersin’i de çok iyi tanıyan, uzun yurt dışı deneyimleri de olmuş, bir çoğu AB kaynaklı projeler hazırlamış ve projelerde yer almış bir donanımlı bürokrat Hilmi Dulkadir.
Bu konuyu 2012 yılında yazılarımda gündeme getirmiştim.
Maalesef kentimizde turizmi ancak Miami’ye, Şili Voplarise’ye turistik gezi olarak görüp kenti 20 bin turiste mahkum eden turizm dinamikleri,
Mersin’in zenginliklerini göremeyip Truva Atı, Peri Bacası gibi gülünç maketleri kentin içine diken ilçe yerel yönetimleri…
*Hüseyin Gezer Heykel Sempozyumu gibi kente bir müze açılacak kadar heykel kazandıran uluslararası önemde bir etkinliği iptal eden;
*Narenciye Festivali gibi yüzbinlerin katıldığı bir etkinliği kesintiye uğratan, *diğer taraftan bir kaç yüz kişini yararlandığı, yurt dışından tek bir kişini gelmediği anlamsız ve güya “ Uluslararası(?)” festivallere toplamda milyonlarca TL. kaynak ayıran Büyükşehir Belediyeleri...
Umarım bu kötü günler geçer, karanlıkta bir ışık ve ümit olur ve Mersin’in bu unutulmuş, dünyada eşi olmayan zenginlikleri vizyon sahibi yöneticilerimiz ve kent dinamiklerimiz tarafından gündeme getirilip değerlendirilir.
Bunun için kendi dar dünyamızın dışına çıkıp, vizyoner bir bakışla dünyayı taramak; sahip olduğumuz imkânları fark edip onları değerlendirmek gerekiyor. Bir yandan kentimizi doğal bir film platosuna dönüştürmek üzere Hollywood’da film yapımcılarıyla görüşürken, bir yandan da Mut Kilimi gibi özgün üretimleri, müşterisi hazır dünya pazarına açmak…
Hem ekonomik, hem de kültürel düzeyde kendi kapalı dünyamızın dışına çıkmanın başka yolu var mı?
HARUN ARSLAN....24 Mart 2020