İnsanın bir amaca yönelik olarak, kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olması şeklinde tanımlayabileceğimiz ahlak, her şeyden önce bir görev ahlakıdır. Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammet “Ameller niyetlere göredir” buyururken, İslam’ın önemli bir prensibini belirlemiştir.
İslam dini güzel ahlaka büyük önem verir. Ahlaklı davranışın temel yapı taşlarından olan adalet, özveri, şefkat, hizmet, edep ve haya, nefse hakimiyet ve tevazu gibi kavramları yaşamımızın genel kuralları olarak görürsek, evrensel değerlere uygun olan ahlakı yakalamış oluruz. İslam dini, yalan, küfür, lanet okuma, kibirlenme, riya, rüşvet ve yolsuzluğu kesinlikle yasaklamış olup, Müslümanların bütün bunlardan uzak kalması gerektiğini açıklamıştır. Müslümanların güzel ahlaklı olmaları İslam’ın temel amaçlarındandır. İslam dini en son ve en mükemmel din olduğu için İslam’ın ahlak kuralları da en mükemmel ve en yüce ahlak kurallarıdır.
Güzel ahlak insanın kendisine ve yaşadığı topluma büyük fayda verir. Toplumsal güven ve huzurun oluşması, insanların mutlu olması, kardeşçe geçinmesi ve saygı, sevgi gibi olumlu neticelere, sadece güzel ahlaklı kişiler tarafından ulaşabilirler.
Ahlaklı değerlerin yerleşmediği yönetimler de, ülke için yıkım kaynağı olabilmektedirler. Müslüman ülkelerde genellikle mevcut olan sorunların çoğu halktan değil, yönetimlerden kaynaklanmaktadır. İyi niyet ve büyük planlarla göreve başlayan kimi devlet adamlarının iktidar koltuğuna oturunca nasıl bozulduklarına sıkça şahit oluruz. Etraflarını saran dalkavuklar yüzünden, akıllarına ne gelirse onun doğru olduğuna inanırlar. Bireysel akıllarıyla insanlara yön vermeye çalışırlar. Kibre kapılıp kendilerinde insanüstü bir yeteneğin varlığına inanırlar. Tek güvendikleri şey kuvvettir.
Verdiği kararlarla halkını mağdur eden, elindeki gücü zulme çeviren zorba devlet adamı olduklarının farkında değillerdir. Dinsel inanç ve ibadetlerle günahlarından sıyrılabilmeyi ve erdemliler hanesine yazılacaklarını düşünürler.
Ahlaklı olmak, sadece insana özgü bir özellik ve karakter olmayıp, kurumların ve devletlerin de ahlakı bulunur. Halk için, yurttaşlar tarafından kurulan devletin, halk karşısında apayrı bir güç değil, bir nevi insanların uzantısı ve devamı olması, onun ahlak sistemimizin bir parçası olarak ele alınmasını zorunlu kılıyor.
Bir gün Nasrettin Hoca’nın Kadı’ya işi düşmüş. Demişler ki, Kadı haraç ve rüşvet yiyen bir adamdır. Bir çömlek bal götür yoksa işin hallolmaz. Hoca sinirlenmiş bir boş çömlek almış, içini balçıkla doldurmuş ve üstüne ince bir tabaka bal sıvamış. Gitmiş Kadı’ya, çömleği bir yana koymuş ve başlamış derdini anlatmaya. Tabi Kadı’nın gözü baldaymış. Hemen ilamı vermiş ve bal Kadı’nın evine gitmiş. Kadı sofrada balı açmış ve incecik balın altında balçık görünce, mübaşire, çabuk o Nasrettin'i buraya çağır ilamda hata olmuş düzelteyim demiş. Ertesi gün mübaşir Nasrettin’i bulur ve ilamda bir hata olmuş, Kadı’nın kendisini çağırdığını söylemiş.
Nasrettin Hoca’nın yanıtı şöyle olmuş: “Git Kadı’ya söyle, hata ilamda değil bal çömleğinde.”