Eski Zaman yazıları (Eylül 2003)
Milattan önce beş, günümüzden yedi bin yıl önceki yunan uygarlığını, günümüze kadar süregelen mitolojik öykülerini, tanrılarını, aşklarını çatışmalarını okuya geldik.
Yunan Tanrıları denince de aklımıza gelen isim Tanrıları da yöneten Zeus…
Araştırmacılar halkın Zeus’a tapınmasını saygıdan çok korkuya bağlıyorlar.
Zeus’un mitolojik öyküsü de halkın korktuğu kadar da varmış dedirtecek türden.
Babasını bile ayak oyunlarıyla devirip başa geçtiğine göre politikanın da hasını yaptığı anlaşılıyor.
Olympos’ta hüküm süren Zeus, Prometheus ve Epimetheus kardeşlere zor görevi verdi.
İki kardeş canlıları daha dayanıklı ve iyi yaşasınlar diye şekillendireceklerdi.
Ağabey Epimetheus, hemen işe koyuldu. Tüm varlıklar soylarını devam ettirsinler, daha dayanıklı, hızlı, üretken olsunlar diye çeşitli organlar hediye etti.
Efsane bu ya; Canlıların, post, pençe, hızlı koşma, yüksek üreme gücü gibi, akla gelecek pek çok organa kavuşmaları böyle başlamıştır.
Sıra insana geldiğinde Epimetheus’un dağarcığında da verecek pek bir şey kalmamıştır.
Oysa insan çıplak, savunmasız ve silahsız olarak yürek sızlatacak durumda. Epimetheus’ un aczini gören küçük kardeş Prometheus işe koyulur.
Tanrılardan ateşi ve tekniği çalarak insanlara hediye eder. Yunan mitolojisine göre o günden sonra insanlar konuştukları ortak dili yarattılar. Toprak işlenmeye, yemek pişmeye, barınılacak inler yapılmaya başlandı.
Ancak insanlar; yırtıcılardan, vahşi saldırılardan korunmak amacıyla bir araya gelip topluluklar halinde yaşamaya kalkıştıklarında hüsranla dağıldılar. Çünkü bir arada yaşamanın temelini oluşturan adalet ve politikayı bilmiyorlardı. Politikanın kent anlamındaki polis sözcüğüyle kardeşliği elbette rastlantı değil.
Ateş ve tekniğin yerleşik insani bir arada barındırmaya yetmediğini gören Zeus bu kez Hermes ’e daha da zor görevi verdi.
Yine efsaneye göre yabani insandan kentli yurttaş yaratılması için, öncelikle adalet kavramının yerleştirilmesi gerektiğini gören Zeus, Hermes ’i görevlendirdi. İşe koyulurken Hermes sordu:
“Diğer ayrıcalıklar gibi adaleti de sadece seçilmişlere mi, Yoksa herkese mi dağıtayım?”
Zeus cevap verdi:
“Bu diğer mesleklere, ayrıcalıklara benzemez. Eğer adaleti eşit olarak herkese vermez ve onlara öğretmezsen kentlerde kimse barınmaz. Oysa kentlerin varlığını sürdürmesinin yolu adaleti herkesin öğrenmesinden geçiyor.”
Gerçekten de 7 bin yıl önceki yunan kentlerini özel kılan adalet ve politikayı üstün sayan anlayıştır.
Aristo bu nedenle kentleri “farklı düşüncelerdeki çok renkli insanların oluşturduğu topluluk” olarak tanımlar.
Kentler Eski Yunanda Alt yapılar, yollar, binalar, yönetim mekanizmalarıyla değil, çok renkli çok sesli insanlarla anıldılar.
Site çağı sadece yüz yıl sürdü. Zeus’un öngörüsü ile kentte birlikte yaşama sanatı olarak nitelendirilecek çağı üstün kılan özellikler bugün bile araştırılıyor.
Bu dönemde kentleri özgür erkeklerle sınırlı da kalsa halk meclisleri yönetti. Meclis her şeyin tartışılarak, tüm katılımcıların görüşlerini dile getirdiği bir platformdu. Konuşmanın, tartışmanın temel alındığı yapıdan dolayı ortaya çıkan oluşumu bazı düşünürler “Söz Meclisi” olarak adlandırıyor.
Yasa önündeki eşitlik kuralı, herkesin söz aldığı, düşüncesini dile getirdiği meclislerle pekiştirildi. Yunan sitelerini üstün kılan ve bugün gelişmiş toplumların kurmaya çalıştıkları sistem bunların da ötesinde bir anlayış sergiliyordu.
Eski yunanda mecliste temsil edilen her özgür Yunanlı istese de istemese de yaşamının belli kesitinde yönetime katılıp yöneticilik yapmak zorundaydı.
Bireyin yönetimdeki kurumlardan birinde belli bir zaman aralığında yönetici olmakla yükümlü olduğu bir sistem. Birileri iş olarak yönetici olayım diye yetiştirilmiyordu.
Kamu hizmetleri site yurttaşlarının sırayla yerine getirdiği amatör uğraşlardı.
Sırası gelen görevi üstleniyor, çıkarsız beklentisiz yaptığı hizmeti günü geldiğinde bir başkasına devrediyordu.
Ve sanat….Sanat katılımcı politikaların farklı yansımasına sahne olmuştu.
Yüz yıl içinde tam 2 bin oyunun sahnelendiği, 6 bin müzik eserinin yorumlandığı muhteşem bir dönem geçirildi.
Tüm tiyatro oyunlarıyla, müzik eserlerini sahneleyenler meclisi oluşturan amatör Yunanlılardı. Yüz yıl içinde sahnelenen sanat eserlerinde mecliste görev alan, yöneticilik deneyimli tam 2 bin Yunanlı rol aldı.
Zeus’un ‘çocukları’ politikada olduğu gibi sanatta da seyirci değil, aktif rol alan katılımcılardı.
Devinim içindeki insanlık binlerce yıl öncesinin katılımcı site demokrasisinden daha ileri aşamaya geçeceğine 20. yüzyılda temsili demokrasiyle yetinmek zorunda kaldı.
200 yıllık sürecin sonunda bugün, insanlık sancılı sanayi çağı demokrasisini sorgulamaya, eleştirmeye, yeni çıkışlarla revize etmeye çalışıyor.
Bilgi çağının ayak seslerinin duyulduğu son 30 yılda geleneksel sanayi ile birlikte temsili demokrasi tükeniyor. İnsanlık, yönetenle yönetilen arasındaki ilişkinin seçimden seçime hatırlandığı modelin yerine koyacak yeni bir demokrasi modelinin arayışında.
Temsili demokrasinin en büyük açmazı: İki seçim arasındaki süreçte seçenle seçilenin bir daha karşılaşmaması. Hesap sorma, kötüyü cezalandırma gibi mekanizmalar da yok. Bizden farksız birilerini seçtikten sonra seçtiklerimiz kendilerini ayrıcalıklı konuma taşıyor. Atanmış yöneticiler de seçenle seçilen arasında oluşan kopukluktan yararlanarak, varlık sebepleri olan, maaşlarını veren halka tahakküm ediyorlar.
Azınlık oylarıyla da olsa çoğunluğu sağlayanlar, halkın sesine, tercihlerine aldırmadıkları gibi, kamuoyunu oluşturan çok renkli, çok sesli “kendilerinden olmayan ötekileri” sindirmekten çekinmediler.
Bugün 20. yüzyılın temsili demokrasisinden eski yunan sitelerindeki katılımcı demokrasiyi bilim çağının araçlarıyla yoğuran bir senteze doğru gidiliyor.
“Piramit harmanlaması” olarak adlandırabileceğimiz bu sentezde, piramidin tabanını gönüllülük esasına göre bir araya gelmiş sendika, oda, lonca, dernek, hatta mahalle sakinleri/üyeler oluşturuyor. Her mesleğin temsilcileri veya aynı hedefleri taşıyan oluşumlar, içlerinden yöneticileri seçiyorlar. Yöneticilik, çokbilmişlerin dışında amatör ruhla yapılıyor. Belli bir zaman diliminde görev yapan kişiler, günü geldiğinde bayrağı devredip çekiliyorlar.
Eski yunandaki gibi piramidin tabanında yer alan tüm katılımcılar sorunlarını özgür ortamda tartışarak somut projeleri, önerileri manzumesi haline getiriyorlar. Aralarından seçilen temsilciler bir araya gelerek üst meclisi oluşturuyor, kurumlarının beklentilerini, sorunlarını oraya taşıyorlar. Temsil ettiği grup ya da örgütün sorunlarını, tabanın özlemlerini bilen, seçilerek katıldığı yerel mecliste kişisel hesapların, çıkar ilişkilerinin değil, içinden geldikleri tabanın dertlerini derdi bilen insanlar.
Başta AB olmak üzere gelişmiş ülkeler sanayi çağındaki temsili demokrasiyi terk ediyor, başlayan yeni süreçte bilgi çağındaki katılımcılığı öne çıkaran yerel meclislere ve meclisleri oluşturacak alt yapılanmalara önem veriyorlar.
Revize edilmiş “Yunan sitelerindeki katılımcı demokrasi, meslek odalarıyla, derneklerden beslenen çağdaş haliyle yeni çağın demokratik anlayışı geçmişten dersler çıkarılan revize edilmiş demokrasi modeli olacağa benziyor.
Türkiye bu değişimin neresinde sorusuna başka bir yazıda yanıt aramaya çalışacağız.