Mustafa Esmer Cengiz
Köşe Yazarı
Mustafa Esmer Cengiz
.
 

Minik mülteci

Kalkar kalkmaz çayı ocağa koydum; televizyonumu açtım. Gazetelerin manşetlerine düşenleri izledim. Her zaman yaptığım şeyler bunlar. Ama bu sabah her zamankinden farklı bir duyguyla sarsıldım. Artık olağanlaşan dinleme kayıtlarının sızdırılması; bunların jet hızıyla yalanlanması falan değildi ekrana düşen görüntüler. Dört – beş yaşlarında Suriyeli bir çocuğun mayınlı tarlada ve yapayalnız ülkemiz sınırına doğru yürüyüşüydü. Yüreğim ağzıma geldi. Gözlerin onun minik adımlarında, minik ayaklarının bastığı yerlerde. Ya patlarsa! Çocuğun dünyadan haberi yok. Dış güçlerin ülkesine göz diktiğini nereden bilsin. Nereden bilsin iç savaşın ne demek olduğunu. Çocuk bu. İyi ki yürüyebiliyor. Yollara düşmüş işte. Annesi babası nerelerde acaba? Kanım dondu. O kadar yolu nasıl geldi bu minik adımlarla? Yola kimlerle çıkmıştı; yanında kimler vardı; ne oldu? Nereden bilsin! Belki de aç, susuz… Belki de… Gözlerimin nemlendi; silmedim. Ne suçu, ne günahı vardı bu yavrucağın! Ocağın altını kapattım; vazgeçtim çaydan, kahvaltıdan. Dışarı attım kendimi. İnsanlar günlük telaşları içinde koşuşturuyorlardı. Düşündürücü; düşündüm: Elindeki silahları pazarlayacağım diye, kendi çocuklarının geleceğini sağlamlaştıracağım diye yapılacak iş mi bu. İnsanlığa sığar mı bu yapılanlar. Acımasızlığın bu kadarına pes! Kapitalizm bu demek! Görüntüleri ekrana yansıyan bu çocuk gibi binlercesinin olduğu bir gerçek. Annesini, babasını, abisini, ablasını ve kendisini kucaklayabilecek tüm yakınlarını yitirmiş, ortada yapayalnız kalıvermiş, neye uğradığını bilmeyen binlerce çocuk… Bu savaş, bu savaşlar durana kadar uyku yok artık bana. Biliyorum. Uyursam çok iyi biliyorum ki o mayınlar patlayacak rüyamda. O çocuk, o çocuklar havaya savrulacak. Paramparça olacak bedenleri.Elleri, ayakları, burunları, kulakları uçuşacak havada. Ve bu parçalardan bir pat diye yatağıma düşecek … Biliyorum. Uyumak yok artık bana. İster kişisel çıkarlar uğruna olsun, ister ulusal, isterse başka bir şey . Yurt savunması söz konusu olmadıkça savaş bir cinayettir demiyor muydu Atatürk. Diyordu. Öyleyse, gelin , biz de dur diyelim bu savaşlara. Çocuklar, rengi, dili, dini ne olursa olsun dünyamızın gonca gülleri bizim. Uyumayın. Ne olur uyumayın siz de.
Ekleme Tarihi: 27 Şubat 2014 - Perşembe

Minik mülteci

Kalkar kalkmaz çayı ocağa koydum; televizyonumu açtım.
Gazetelerin manşetlerine düşenleri izledim.
Her zaman yaptığım şeyler bunlar.
Ama bu sabah her zamankinden farklı bir duyguyla sarsıldım.
Artık olağanlaşan dinleme kayıtlarının sızdırılması; bunların jet hızıyla yalanlanması falan değildi ekrana düşen görüntüler.
Dört – beş yaşlarında Suriyeli bir çocuğun mayınlı tarlada ve yapayalnız ülkemiz sınırına doğru yürüyüşüydü.
Yüreğim ağzıma geldi.
Gözlerin onun minik adımlarında, minik ayaklarının bastığı yerlerde.
Ya patlarsa!
Çocuğun dünyadan haberi yok.
Dış güçlerin ülkesine göz diktiğini nereden bilsin. Nereden bilsin iç savaşın ne demek olduğunu.
Çocuk bu. İyi ki yürüyebiliyor. Yollara düşmüş işte.
Annesi babası nerelerde acaba?
Kanım dondu.
O kadar yolu nasıl geldi bu minik adımlarla?
Yola kimlerle çıkmıştı; yanında kimler vardı; ne oldu?
Nereden bilsin!
Belki de aç, susuz…
Belki de…
Gözlerimin nemlendi; silmedim.
Ne suçu, ne günahı vardı bu yavrucağın!



Ocağın altını kapattım; vazgeçtim çaydan, kahvaltıdan. Dışarı attım kendimi.
İnsanlar günlük telaşları içinde koşuşturuyorlardı.
Düşündürücü; düşündüm:
Elindeki silahları pazarlayacağım diye, kendi çocuklarının geleceğini sağlamlaştıracağım diye yapılacak iş mi bu. İnsanlığa sığar mı bu yapılanlar.
Acımasızlığın bu kadarına pes!
Kapitalizm bu demek!
Görüntüleri ekrana yansıyan bu çocuk gibi binlercesinin olduğu bir gerçek.
Annesini, babasını, abisini, ablasını ve kendisini kucaklayabilecek tüm yakınlarını yitirmiş, ortada yapayalnız kalıvermiş, neye uğradığını bilmeyen binlerce çocuk…
Bu savaş, bu savaşlar durana kadar uyku yok artık bana. Biliyorum.
Uyursam çok iyi biliyorum ki o mayınlar patlayacak rüyamda. O çocuk, o çocuklar havaya savrulacak. Paramparça olacak bedenleri.Elleri, ayakları, burunları, kulakları uçuşacak havada.
Ve bu parçalardan bir pat diye yatağıma düşecek …
Biliyorum.
Uyumak yok artık bana.
İster kişisel çıkarlar uğruna olsun, ister ulusal, isterse başka bir şey .
Yurt savunması söz konusu olmadıkça savaş bir cinayettir demiyor muydu Atatürk.
Diyordu.
Öyleyse, gelin , biz de dur diyelim bu savaşlara.
Çocuklar, rengi, dili, dini ne olursa olsun dünyamızın gonca gülleri bizim.
Uyumayın. Ne olur uyumayın siz de.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.