Daha yirmi yaşındaydı; gençliğinin baharındaydı yani.
Psikoloji okuyordu.
Mezun olacak ve psikolojik rahatsızlığa yakalananları o dertten kurtaracaktı.Sağlıklı bir toplum düşlüyordu; en büyük idealiydi bu.
Üniversitenin ilk yılıydı daha. Mersinden Tarsusa gidiş geliş yapıyordu.İki adım yoldu okuluyla evi arası.Otobüsü vardı, treni vardı, minibüsü vardı.
Okul çıkışı bir alışveriş merkezine gitmişlerdi arkadaşlarıyla.Üç gün sonra sevgililer günüydü; belki ufak tefek armağanlar alırlardı sevdiklerine.
Gezdiler tozdular, şakalaşıp gülüştüler aralarında, Eğlendiler bir güzel.
Hava kararmaya başlamıştı, eve dönmeliydi vakti saatinde.Bekleyenleri vardı.
Minibüsü tercih etti o gün.
Hava soğuktu, yağmurluydu. Minibüsün camları buğuluydu.
Belki telefonuyla oyalanıyordu, kulaklığını takmış müzik dinliyordu belki. Belki de tatlı hayaller kuruyordu geleceğe ait.
Yorgundu belki de, bir an önce anasının babasının yanına varmak istiyordu.
Olmadı.
İçinde kendisinden başka üç kişi olan minibüs yoldan saptı. İçindekiler zaten yoldan sapmış kişilerdi.
Üzerine çullandılar kızcağızın.
Neye uğradığını şaşırdı.
Bağırdı çağırdı; sesini kimseciklere duyuramadı.
Direndi; gücü yetmedi. Çırpındı, çırpındı, çırpındı.
Aç kurtların pençeleri arasında yavru bir ceylan gibi çaresizdi. Her pençe yaraladı onu, kanattı.
Tecavüze yeltendiler; olmayınca delik deşik ettiler. Direnen ellerini kestiler, üzerine benzin döküp yaktılar ve bir dere yatağına yuvarladılar sonra.
Ormandaki ağaçlardan başka kimsecikler görmedi olup biteni.
Aradan üç gün geçti; Özgecan yoktu; ters giden bir şeyler vardı.
Yollar kesildi, aramalar taramalar başladı.
Ve minibüsteki kan lekeleri ele verdi canileri.
Yakalandılar. Her şeyi itiraf ettiler bir bir.
Acı haber tez yayıldı. Halkın öfkesi meydanlara taştı.
O Özgecan bizim de canımız, kızımız, anamız , bacımız olabilirdi pekala.
Anneler, babalar, amcalar, dayılar, ağabeyler hep aynı acıyı duydu yüreğinde.
Bu sapık ruhlu caniler var oldukça, çok oldukça canlarını nasıl salacaklardı sokağa, bakkala, markete. Okula nasıl göndereceklerdi kızlarını tek başlarına.
Bunun hesabı sorulmalıydı mutlaka; Özgecanlar gittikleriyle kalmamalıydı.
Kaygılanmakta yerden göğe kadar haklıydı millet; bir dolu örneği vardı ortada.
Çoğu kadın binlerce öfke hep bunu haykırıyordu cenazede.
Neler oluyordu böyle. Bu çürümüşlük, bu kokuşmuşluk neyin nesiydi.Bu hastalığın kaynağı bulunmalı; nedeni bilinmeli ve mutlaka kurutulmalıydı.
Yoksa uykular haramdı artık.
Yolun sonuydu bu.
O da kısa etek giymeseydi; gülmeseydi; tek başına sokağa çıkmasaydılarla geçiştirilemez bu.
Yeter artık, yetsin.
Bu kaçıncı Özgecan.
Devlet üzerine düşeni yapsın artık; aydınlansın ortalık.
Derin bir nefes almaya o kadar çok ihtiyacımız var ki!
Mustafa Esmer Cengiz