Mustafa Esmer Cengiz
Köşe Yazarı
Mustafa Esmer Cengiz
.
 

Nerdesin Selin

Hadi şöyle bir turlayalım bulvarda. Adnan Menderes Bulvarı’na aktı altımızdaki araba. Saat akşamın onu, on biri. Otobüs duraklarının ilerisi, berisi kızlarla, kadınlarla dolu. Otobüs beklemedikleri belli. Kimleri bekledikleri, niçin bekledikleri ortada. Anlamak için illaki gazeteci olmaya gerek yok yani. Birkaç metre ötelerinde duran, dörtlülerini yakan araçlara gidip geliyorlar. Pazarlıkta anlaşırlarsa binip gidiyorlar. Götürelim mi diyor Fatih. Kalsın, diyorum. Birbirimize bakıp gülüşüyoruz önce, sonra derin bir düşünce sarıyor ikimizi de. En iyisi Marina’ya akmak. Akıyoruz. Marina Mersin içinde bir başka şehir. Faransa’da Paris, İngiltere’de Londra. Tıklım tıklım. Gelenler de, onları ağırlayanlar da çağdaş, elit. Öyle görünüyor en azından. Farklı dünyaların farklı insanları. Oranın varlığından haberi olmayanlar da var mıdır acaba? Vardır.Mersin’de yaşayıp da daha denizi görmemiş pek çok insan olduğu gibi. Yan yana, sırt sırta, karşı karşıya bir dolu kafe, birahane. Birbirinden çekici alışveriş merkezleri, oyun yerleri… Gülümseyerek bizi mekanlarına davet eden garson kızın gösterdiği masaya oturuyoruz. Denizden gelen serinlik sarıyor bedenimizi. Sıcak çayımızı yudumluyoruz. Zaman nasıl da akıp gitmiş meğer. Saat gecenin on ikisi. Hadi bakalım, sabah erken kalkılacak. Kalkıyoruz. Hilton’un oralarda bir yerde incecik, gencecik üç beş güzel. Bunlar da onlardan ,diyor Fatih. İnanmadığımı sezince arabayı kenara çekiyor, yakıyor dörtlüleri, İçlerinden en küçüğü anında yanımızda. Ederini söylüyor bedeninin. Götüreceği otelleri varmış. Bir an önce yanıt almak istiyor bizden. Acelesi var gibi. Gaztecilik damarımız kabarıyor hemen, sorguluyoruz. Çocuk Esirgemeden yeni çıkmış; on sekizinde. Hiç de öyle göstermiyor ya neyse. Çocuk yuvalarında yaşadığım günlere gidiyorum.Birlikte oynadığımız kız arkadaşlarım geliyor gözlerimin önüne. Özellikle Selin. Beline kadar inen başak sarısı saçları, deniz mavisi gözleriyle gülümsüyor bana. Aşık olduğum kız Selin. Şimdi nerelerde, neler yapıyor acaba? Yoksa o da mı başka bir şehrin başka bir bulvarında… İçim burkuluyor; düşünmek bile istemiyorum. Şimdi otuzudadır benim gibi. Kim bilir ne kadar olgunlaşmıştır, kim bilir ne kadar güzelleşmiştir. Belki de beni düşünüyordur şimdi. Belki hala seviyordur beni. Kim bilir… Dolaptan buz gibi bir bira daha alıyorum.Karşımda deniz, aklımda Selin… Bir bira daha, bir bira daha… Tan ağarmakta. Kendimi kıyıya vurmuş, tesadüf kurtulmuş gibi hissediyorum. Dalgaların içerilere çektiği şanssızları düşünüyorum. İçim acıyor. Kader mi bu! Neden? On sekizine yeni basmış, incecik, gencecik kızlar … Peki, Selin nerede?  
Ekleme Tarihi: 26 Ağustos 2013 - Pazartesi

Nerdesin Selin

Hadi şöyle bir turlayalım bulvarda.
Adnan Menderes Bulvarı’na aktı altımızdaki araba.
Saat akşamın onu, on biri.
Otobüs duraklarının ilerisi, berisi kızlarla, kadınlarla dolu.
Otobüs beklemedikleri belli.
Kimleri bekledikleri, niçin bekledikleri ortada. Anlamak için illaki gazeteci olmaya gerek yok yani.
Birkaç metre ötelerinde duran, dörtlülerini yakan araçlara gidip geliyorlar. Pazarlıkta anlaşırlarsa binip gidiyorlar.
Götürelim mi diyor Fatih. Kalsın, diyorum.
Birbirimize bakıp gülüşüyoruz önce, sonra derin bir düşünce sarıyor ikimizi de.
En iyisi Marina’ya akmak.
Akıyoruz.
Marina Mersin içinde bir başka şehir. Faransa’da Paris, İngiltere’de Londra.
Tıklım tıklım.
Gelenler de, onları ağırlayanlar da çağdaş, elit. Öyle görünüyor en azından.
Farklı dünyaların farklı insanları.
Oranın varlığından haberi olmayanlar da var mıdır acaba? Vardır.Mersin’de yaşayıp da daha denizi görmemiş pek çok insan olduğu gibi.
Yan yana, sırt sırta, karşı karşıya bir dolu kafe, birahane. Birbirinden çekici alışveriş merkezleri, oyun yerleri…
Gülümseyerek bizi mekanlarına davet eden garson kızın gösterdiği masaya oturuyoruz.
Denizden gelen serinlik sarıyor bedenimizi.
Sıcak çayımızı yudumluyoruz.
Zaman nasıl da akıp gitmiş meğer.
Saat gecenin on ikisi.
Hadi bakalım, sabah erken kalkılacak.
Kalkıyoruz.
Hilton’un oralarda bir yerde incecik, gencecik üç beş güzel.
Bunlar da onlardan ,diyor Fatih.
İnanmadığımı sezince arabayı kenara çekiyor, yakıyor dörtlüleri,
İçlerinden en küçüğü anında yanımızda.
Ederini söylüyor bedeninin. Götüreceği otelleri varmış.
Bir an önce yanıt almak istiyor bizden. Acelesi var gibi.
Gaztecilik damarımız kabarıyor hemen, sorguluyoruz.
Çocuk Esirgemeden yeni çıkmış; on sekizinde. Hiç de öyle göstermiyor ya neyse.
Çocuk yuvalarında yaşadığım günlere gidiyorum.Birlikte oynadığımız kız arkadaşlarım geliyor gözlerimin önüne. Özellikle Selin. Beline kadar inen başak sarısı saçları, deniz mavisi gözleriyle gülümsüyor bana.
Aşık olduğum kız Selin.
Şimdi nerelerde, neler yapıyor acaba?
Yoksa o da mı başka bir şehrin başka bir bulvarında…
İçim burkuluyor; düşünmek bile istemiyorum.
Şimdi otuzudadır benim gibi.
Kim bilir ne kadar olgunlaşmıştır, kim bilir ne kadar güzelleşmiştir. Belki de beni düşünüyordur şimdi. Belki hala seviyordur beni. Kim bilir…
Dolaptan buz gibi bir bira daha alıyorum.Karşımda deniz, aklımda Selin…
Bir bira daha, bir bira daha…
Tan ağarmakta.
Kendimi kıyıya vurmuş, tesadüf kurtulmuş gibi hissediyorum. Dalgaların içerilere çektiği şanssızları düşünüyorum. İçim acıyor.
Kader mi bu!
Neden?
On sekizine yeni basmış, incecik, gencecik kızlar …
Peki, Selin nerede?
 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.