Mustafa Esmer Cengiz
Köşe Yazarı
Mustafa Esmer Cengiz
.
 

Öksüz Öykülerim

*   Bir şey soracağım; darılmaca yok ama! *     Soor! *      Şu ,elindeki iz , diyorum; bir anısı var mı acaba? *      Olmaz olur mu; hayatımız roman zaten! *      Bilmez olur muyum hiç!   Güldü.Bir gülüş bir insana bu kadar mı yakışırdı; bu kadar mı güzelleştirirdi bir güzeli! Özelse anlatmayabilirsin, dedi sonra. Samimiydi ; biliyorum.   Onunla neleri paylaşmamıştım ki bunu paylaşmayayım.   Hafifçe gülümseyerek dinle o zaman, dedim. Dur, dedi; birer bira daha seslendi garsona. Bardakları köpürttük iyice. *      Başlayabilir miyim artık? *       Başla!      Başladım:        En büyüğümüz on iki yaşındaydı; adını unutmuşum. Liderimizdi bizim. Ben galiba on yaşlarında falan. Çocuk Esirgemedeyiz o zamanlar.        Bir sabah kimimiz kapıdan, kimimiz duvardan sıvışmıştık dışarı. Tam altı çocuk. Dışarısı düğün bayram bizim için, dışarısı cennet, hayat dışarıda!              Ver elini İstanbul’un öteki ucu: Büyükçekmece.                       Sahil. Sahile vuran deli dalgalar. Yükselen inşaatlar sıra sıra. İnşaatlar doğal barınaklarımız                            bizim.               Semt pazarlarının girişini çıkışını tutmuşuz. Yaşlıların ellerinden kapıyoruz fileleri, sepetleri. *       Biz taşıyalım mı teyze; size yardım edelim mi amca… Derdimiz başka: Acaba bir somun ekmek parası koparabilir miyiz…   Veriyorlardı da. Hatta bahçelerini temizletiyorlardı, çöplerini attırıyorlardı. Para kazanabilmemiz için önce hak etmemiz gerekiyordu onlara göre. Kuraldı bu.Olsun! Yemek saatleri sonrası tezgahların altına bırakılıveren tepsilerdeki artıkları aşırıp tıkınmaktan iyi.               Haftasına varmadan basılıyoruz bir inşaatta. Sabaha karşı uykumuzdan koparıp alıyorlar bizi. Polis otosunda geri dönüş başlıyor tabii. Doğru yuvaya.                Kapıda duran bekçi babanın suratı hiç iyi değil.             Neriman Ana nöbetçi demek ki; anlıyoruz.             Evet.                        Geçin bakalım sıraya! İstersen geçme.             Ne terbiyesiz çocuklarmışız biz; her şey bizim başımızın altından çıkıyormuş zaten… Diğer küçükleri baştan çıkartmaya ne hakkımız varmış… Görecekmişiz günümüzü az sonra.               Görüyoruz da.               Bu ara tüpte ısıtılan demir kaşığın sapı kıpkırmızı!                         Ben üçüncü sıradayım.             En önde liderimiz; her zamanki gibi.   *      Uzat bakalım şu sol elini!              Cızzzzzz!               Yürekleri cızlatan bir cızlama bu.                         Sonra ikinciye geliyor sıra; sonra da bana.             Kaçış yok. Uzat komutundan evvel uzatıyorum elimi ben de.            Cızzzzz!              Kızgın kaşık sapının dokunduğu yer bembeyaz oluveriyor önce; sonra kıpkırmızı.            Sonra, bir başka anne geliyor yatakhaneye; elinde diş macunu. Acıyı alırmışmış. Öyle söyleniyor o da. Öğreniyoruz!            Bütün çocuklar tepemizde. Acımız onların da acısı. Belli.            Ertesi sabah?            Zonk! Zonk! Zonk!          Geçer nasılsa. Geçiyor da. Geçiyor geçmesine ama, böyle izi kalıyor işte.          Biralarımız çoktan bitmiş öyküm bittiğinde. Tazeliyoruz.   *     Sonra? *      On gün sonra yine kaçıyoruz tabii! Dışarısı düğün bayram bizim için, dışarısı cennet; hayat dışarıda. *      Sonra? Sonrası başka bir hikaye!   İkimiz de gülüyoruz bu sefer; acıyı bal eyliyoruz yani.   Masal gibi !    
Ekleme Tarihi: 21 Haziran 2014 - Cumartesi

Öksüz Öykülerim

*   Bir şey soracağım; darılmaca yok ama!

*     Soor!

*      Şu ,elindeki iz , diyorum; bir anısı var mı acaba?

*      Olmaz olur mu; hayatımız roman zaten!

*      Bilmez olur muyum hiç!

 

Güldü.Bir gülüş bir insana bu kadar mı yakışırdı; bu kadar mı güzelleştirirdi bir güzeli!

Özelse anlatmayabilirsin, dedi sonra. Samimiydi ; biliyorum.

 

Onunla neleri paylaşmamıştım ki bunu paylaşmayayım.

 

Hafifçe gülümseyerek dinle o zaman, dedim.

Dur, dedi; birer bira daha seslendi garsona. Bardakları köpürttük iyice.

*      Başlayabilir miyim artık?

*       Başla!

     Başladım:

 

     En büyüğümüz on iki yaşındaydı; adını unutmuşum. Liderimizdi bizim. Ben galiba on

yaşlarında falan. Çocuk Esirgemedeyiz o zamanlar.

 

     Bir sabah kimimiz kapıdan, kimimiz duvardan sıvışmıştık dışarı. Tam altı çocuk.

Dışarısı düğün bayram bizim için, dışarısı cennet, hayat dışarıda!

             Ver elini İstanbul’un öteki ucu: Büyükçekmece.

          

           Sahil. Sahile vuran deli dalgalar. Yükselen inşaatlar sıra sıra. İnşaatlar doğal barınaklarımız                            bizim.

 

            Semt pazarlarının girişini çıkışını tutmuşuz. Yaşlıların ellerinden kapıyoruz fileleri, sepetleri.

*       Biz taşıyalım mı teyze; size yardım edelim mi amca…

Derdimiz başka: Acaba bir somun ekmek parası koparabilir miyiz…

 

Veriyorlardı da. Hatta bahçelerini temizletiyorlardı, çöplerini attırıyorlardı.

Para kazanabilmemiz için önce hak etmemiz gerekiyordu onlara göre. Kuraldı bu.Olsun!

Yemek saatleri sonrası tezgahların altına bırakılıveren tepsilerdeki artıkları aşırıp tıkınmaktan iyi.

 

            Haftasına varmadan basılıyoruz bir inşaatta. Sabaha karşı uykumuzdan koparıp alıyorlar bizi. Polis otosunda geri dönüş başlıyor tabii. Doğru yuvaya.

 

             Kapıda duran bekçi babanın suratı hiç iyi değil.

            Neriman Ana nöbetçi demek ki; anlıyoruz.

            Evet.

           

           Geçin bakalım sıraya! İstersen geçme.

            Ne terbiyesiz çocuklarmışız biz; her şey bizim başımızın altından çıkıyormuş zaten… Diğer küçükleri baştan çıkartmaya ne hakkımız varmış… Görecekmişiz günümüzü az sonra.

 

            Görüyoruz da.

 

            Bu ara tüpte ısıtılan demir kaşığın sapı kıpkırmızı!

           

            Ben üçüncü sıradayım.

            En önde liderimiz; her zamanki gibi.

 

*      Uzat bakalım şu sol elini!

             Cızzzzzz!

 

            Yürekleri cızlatan bir cızlama bu.

           

            Sonra ikinciye geliyor sıra; sonra da bana.

            Kaçış yok. Uzat komutundan evvel uzatıyorum elimi ben de.

           Cızzzzz!

 

           Kızgın kaşık sapının dokunduğu yer bembeyaz oluveriyor önce; sonra kıpkırmızı.

 

         Sonra, bir başka anne geliyor yatakhaneye; elinde diş macunu. Acıyı alırmışmış. Öyle söyleniyor o da. Öğreniyoruz!

 

         Bütün çocuklar tepemizde. Acımız onların da acısı. Belli.

 

         Ertesi sabah?

 

         Zonk! Zonk! Zonk!

 

       Geçer nasılsa. Geçiyor da. Geçiyor geçmesine ama, böyle izi kalıyor işte.

 

       Biralarımız çoktan bitmiş öyküm bittiğinde. Tazeliyoruz.

 

*     Sonra?

*      On gün sonra yine kaçıyoruz tabii! Dışarısı düğün bayram bizim için, dışarısı cennet; hayat dışarıda.

*      Sonra?

Sonrası başka bir hikaye!

 

İkimiz de gülüyoruz bu sefer; acıyı bal eyliyoruz yani.

 

Masal gibi !

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.